TARİH
İÇİNDE FİLİSTİN
FİLİSTİN
NERESİDİR?
‘Filistin’ adı M.Ö. Zamanlarda buralarda
yaşamış olan kavmin adına bağlanır. İbraniler bu halka Pelishtin ve bölgelerine
de Pelesheth diyorlardı. ‘Plishtin ülkesi’ veya ‘Filistin’lerin ülkesi’
manasına geliyordu. Bu sebeple ülke Filistin adını almıştır.
En az dörtbin yıldan beri tarih içinde yer
alan Filistin, fetih ve istilalara o kadar çok maruz kalmıştır ki, sınırları
devamlı değişmeler göstermiş ve bundan dolayı da, Filistin denen topraklara
belirgin siyasi sınırlar çizmek mümkün olmamıştır.
Filistin denen topraklar esas itibariyle,
Suriye ile Mısır ve Akdeniz ile Şeria Nehri arasında kalan topraklardır. Şeria
nehrinin döküldüğü Ölü Deniz(Lut Gölü) de Filistin’in doğu sınırına dahildir.
Daha açıklayıcı olarak Doğu Akdeniz’de ve Orta Doğu’da, İsrail topraklarının
tamamı ile Gazze Şeridi ve Batı Şeri gibi toprakları kapsayan coğrafi bölgedir.
Bölge sınırları oldukça tartışmalıdır. Bazı kaynaklar Ürdün’ü de dahil eder.
FİLİSTİN’İN
ÖNEMİ
KUDÜS’ÜN
ÖNEMİ (Filistin’in başkenti)
Yahudiliğin Kudüs’e Verdiği Önem: Kudüs’ün
Yahudilik için önemi Süleyman Mabedinin bu şehirde bulunmuş olmasına
dayanmaktadır. Yahudiler Kudüs’e ‘Ötelerin Şehri’ nazari ile bakarlar ve burası
Allah'ın Evi olarak kabul edilir. Yahudilerin kutsal kitabi Eski Ahit’te
Kudüs’ün önemi ‘Son Günlerde’ ve ‘Adalet Gününde’ belirginleşir. Hz. İsa peygambere göre Kudüs ‘Adalet Şehridir’.
Yahudi inancına göre burada son mahkeme kurulacaktır. Ayni zamanda Kudüs, Eski
Ahit’te Beni Israil’i sembolize etmektedir. Onun yıkılması İsrailoğullarının
sürgüne gönderilmesi demektir. Ve gelecekte yeniden imarı da İsrailoğullarının
sürgünden dönüsünün ifadesidir. Yahudi tarihinde ikinci Mabet döneminde Kudüs
bir hac şehri haline gelmiştir. MS 70 yılında şehrin yıkılması ile sürgüne
gönderilen Yahudiler için yıkık şehir kendi gurbet ve perişanlıklarını
sembolize etmektedir.
Hıristiyanlıkta Kudüs
Dindar bir Hıristiyan için Kudüs, Rab'ın
seçtiği şehirdir. Körleşmiş ve günahlara dalmış insanların arasında Tevhit
dininin kalesidir o. O Rab'ın bütün güzel planlarının şatosu olmuş, kendi
oğlunu insanlığın affı için kurban ettiği mekan olmuştur. Bu şehirden adalet ve
sevginin kanunu insanlığa yayılır.
Kudüs, Rabbin Krallığının yeryüzüne ineceği günlerin müjdecisidir. İsa’nın
kanıyla yıkanmıştır bu topraklar ve onun için insanlar ölmüş, ölmek için
cepheye koşmuş, Golgotha taşını öpmek, Kutsal Kabir’de ağlamak asırlar boyu bir
şeref olarak görülmüştür. Kudüs’e bir Hristiyan başka bir şehri ziyaret ediyor
gibi gelemez. Ona dua, ağlama, kendine gelme, yeniden dirilme arzusuyla
gelinmelidir.
Hıristiyanlık için Kudüs, tarihin
başladığı ve biteceği yerdir. Yine de
Hristiyan ilahiyatında Kudüs karmaşık bir yer tutar. Şehir bir yandan İsa'nın
yakalanıp çarmıha gerildiği ve gömüldüğü, yıkımı İsa tarafından önceden haber
verilmiş bir şehirdir. Bunun yanında Son Günlerin Vaatleri ile de birleştirilen
bir Kutsal Şehirdir. Haçlılarla birlikte Kudüs’ün Hristiyanlık için ifade
ettiği dini önem siyasal bir boyut kazanmıştır.
Müslümanların İlk Kıblesi
İslam'ın kutsal şehirler hiyerarşisinde
Kudüs, üçüncü sırada gelir. Mekke’deki bir ibadetin on bin, Medine’dekinin bin
ve Kudüs'tekinin beşyüz kat sevabı olduğu seklindeki hadis bu hiyerarşiyi ifade
eder. Kudüs, bir buçuk yıldan az bir süre Müslümanların ilk kıblesi olarak
kalmıştır.
Kudüs’ün İslam tasavvufunda da önemli bir
yeri vardır. Büyük İslam mutasavvıfları Mevlâ ile olan irtibatın en âlâ
mertebesine ancak bu şehirde ulaşılabileceğine inanmışlar ve hayatlarının bir
kısmını Kudüs’te geçirmişlerdir. Bugün İslam dünyasında Kudüs ve onunla
bağlantılı olarak Filistin Problemi ezilmişliğin, hakki yenilmişliğin bir
sembolü olarak kabul görmektedir.
Müslümanların ve tüm dünyanın gözü önünde
Filistin’de yıllardır süren bu Siyonist cinayetlerin ve katliamların bir an
önce durdurulması için etkin yaptırımlarda bulunmak gerekmektedir.
FİLİSTİN
TOPRAKLARINDA HAKİMİYET KURANLAR
İsrailoğulları
ve Antik Filistinliler
Asur
ve Babil hakimiyeti
Pers
hakimiyeti
Roma
hakimiyeti
Emeviler
Abbasiler
Fatımiler
Osmanlı
hakimiyeti
İngiliz
mandası dönemi
İsrail
İSLAM
ÖNCESİ DÖNEM
İslam öncesi dönemde üzerinde hüküm süren
farklı kavim ve hakimiyet kuran güçlerle çok gerilere uzanan Filistin, birçok
medeniyete beşiklik etmesi ve medeniyetlerin geçiş bölgeleri üzerinde kavşak
noktası olması ile bilinmektedir. Filistin’in semavi dinlerce de önemi
tartışılamayacak derecede önemlidir.
İSLAMİ
DÖNEM
Filistin, İslam tarihinde oldukça nadide bir
yere sahiptir. Hz. Muhammed(sav)’ in İsra ve Miraç mucizesinin mekanı
Kudüs’tür. Bu anlamda Kudüs’ün fethedilmesi için Hz. Muhammed(sav) döneminden
itibaren fetihlerin yönü kuzeye yönelmiş ve 629 tarihinde Bizans Devleti ile
İslam orduları arasında Mute Savaşı yapılmıtır.
OSMANLI
DÖNEMİ
Haçlı Seferlerinin ardından başlayan ve
yaklaşık iki asır süren Memlük hakimiyetinden sonra Filistin, Yavuz Sultan
Selim döneminde Mercidabık Savaşı’ndan sonra (24 Ağustos 1516) Osmanlı
yönetimine geçti. Bölgenin tamamının fethi ise Kanuni Sultan Süleyman zamanında
tamamlandı.
Osmanlı Döneminde Filistin’de Demografik
yapı: Filistin’de bir Yahudi topluluğunun oluşturulması 19.yüzyıl boyunca
yükselen bir seyir izlemiştir. Bu dönemde Filistin topraklarında üç farklı
Yahudi grup bulunmaktadır: İlki uzun yıllar önce bu topraklara gelmiş olan ve
büyük ölçüde bölge halkı ile kaynaşmış bulunan Sefarad Yahudileridir. Yüzyıl
içerisinde parça parça gelen ve daha çok Kudüs, Safed, Taberiye ve el-Halil
gibi bölgelere yerleşmiş bulunan ve yerleşik bulunan Yahudilerden uzak durmaya
çalışan Eşkenazi Yahudi tabaka, ikinci grubu oluşturmaktadır. Üçüncü grup ise
yüzyılın sonlarına doğru Siyonizm hareketinin güçlenmeye başlaması ile birlikte
bu topraklara göçen Yahudilerden oluşmaktadır.
Yahudi yerleşimi konusundaki Osmanlı’nın
tavrı: Osmanlı Devleti, Filistin’de Yahudi yerleşimini arttırmayı planlayan
Siyonist harekete karşı daima ihtiyatlı bir politika takip etmiştir. II.
Abdülhamid, Siyonizmi siyasal bir sorun olarak görmüş ve Yahudilerin kitlesel
olarak Filistin’e yerleştirilmelerinin İmparatorluk içinde yeni bir
milliyetçilik akımı ya da başka deyişle bir ‘Yahudi sorunu’ doğurmasından
endişe duymuştur. Siyonist hareketin lideri Theodar Herzl 1901 yılının Mayıs
ayında II. Abdülhamid’e gelerek, 1492 yılında İspanya ve diğer Avrupa
ülkelerinden gelen Yahudi göçmenlerin Osmanlı Devleti tarafından kabul
edildiğini hatırlatmış ve Filistin’e yerleşmek için izin istemiştir. Ancak bu
talep II. Abdülhamid tarafından açıkça reddedilmiştir.
1897’den İsrail’e: Günümüzde uluslararası
gündemin en üst sıralarında bulunan Filistin-İsrail sorununun çok eski bir
geçmişi vardır. Sorunun günümüzdeki mevcut biçiminin, 19.yüzyıl sonlarından
başlayarak 20.yüzyıl başlarında yoğunlaşan Yahudi göçü sonucunda, bu topraklar
üzerinde 1948 yılında İsrail devlerinin oluşturulması ile ilgili olduğu
söylenebilir.
1936-1939 Olayları: 1936’da bir araya gelen
Arap liderleri Yahudilere karşı mücadelede önderlik edecek Arap Yüksek
Komitesi’ni kurdular ve başlattıkları genel grevi ulusal bir ayaklanmaya
dönüştürdüler. Bunun üzerine Filistin’e gelen bir komisyon, Yahudilerle
Arapların aynı devlet içinde yer almasının mümkün olmayacağını, Filistin’in
bölüştürülmesi gerektiğini öneren Peel Raporu’nu yayınladı. Bu rapor
Filistinlilerin bağımsızlıklarını gölgeleyecek şekilde topraklarını ikiye
böldüğü için Arapların ayaklanmasının daha da şiddetlenmesine neden oldu.
Balfour
Deklarosyonu: İngiliz Dışişleri Bakanı Arthur Balfour daha sonra ‘Balfour
Deklarasyonu’ olarak adlandırılacak olan mektubu 2 Kasım 1917’de Siyonist lider
Lord Rothschild’e gönderdi. Balfour, İngiltere’nin Filistin’de bir Yahudi
devletinin kurulması için tüm imkanlarını kullanacağını bildiriyordu.
Birinci Dünya savaşında Siyonist Hareket ve
Filistin: Ortadoğu’ya güçlü bir şekilde yerleşmek için bekleyen İngiltere ve
Fransa için I. Dünya Savaşı bulunmaz bir fırsat olarak görüldü. Savaşta
Osmanlı-Alman İttifakı’nın karşısında yer alan bu güçler, Osmanlı’nın
Ortadoğu’daki topraklarında yaşayan Arap halkı Osmanlı’ya karşı harekete
geçirmeyi başardılar.
Manda yönetimi: 1917’de fiilen başlamış olan
İngiliz yönetimi 25 Nisan 1920’de yapılan San Remo Konferansı’nda Filistin
üzerinde İngiliz Mandası’nın kabul edilmesiyle garanti altına alınmış oldu. İki
yıl sonra da Filistin tamamen İngiliz yönetimine bırakıldı ve Siyonist olduğu
açıklanan Sir Herbert Samuel Filistin’e ilk İngiliz Yüksek Komiseri olarak gönderildi.
Siyonist hareketin kuruluşu: Siyonizm politik
bir hareket olarak 19. yüzyılda ortaya çıkmıştır. İlk etapta Siyonizm
diasporadaki Yahudilerin durumunun iyileştirilmesi ve ‘geri dönüş’ fikrinden
ibaretti. ‘Halkı olmayan bir ülkeyi, ülkesi olmayan bir halka devredin...’
diyen Israel Zangwill Filistin’de Arap varlığını inkar eden Siyonist hareketin
tavrını açıkça ortaya koymaktadır.
II.DÜNYA
SAVAŞI VE FİLİSTİN’İN KURULUŞU
II. Dünya Savaşı’nın nedenlerini ve olayların
başlangıcını, I. Dünya Savaşı’nın çözümlenmeden bıraktığı veya getirdiği yeni
sorunlar oluşturmaktaydı. Almanya’nın 1 Eylül 1939’da Polonya’ya saldırması
üzerine İngiltere ve Fransa da 3 Eylül 1939’da Almanya’ya savaş açtı. Böylece
tarihin tanık olduğu en büyük savaş olan II. Dünya Savaşı başladı. Savaşın
başlamasıyla Siyonistler ve İngilizler anlaşmazlığa düştüler. Savaş sırasında
Filistin’e Yahudi göçünü hızlandırmayı amaçlayan Siyonistler, Arapları Almanların
yanına itmek istemeyen İngiltere’nin muhalefetiyle karşılaştılar.
Filistin’in bağımsızlığı 15 Kasım 1988’de
Cezayir’de ilan edilmiştir. Aralarında Çin, Rusya, Hindistan ve Türkiye’nin de
bulunduğu yüzden fazla ülke tarafından resmen tanınmaktadır. Bağımsızlığı ilan
edildiği sırada Filistin Kurtuluş Örgütü’nün Filistin topraklarında hiçbir
kontrolü yoktu. Günümüzde sadece Batı Şeria ve Gazze Şeridi Filistinlilerin
kontrolündedir ve bu bölgeler İsrail ordusunun işgali altındadır. Filistin ve
İsrail yönetimleri arasındaki barış görüşmeleri devam etmektedir fakat
görüşmelerden olumlu sonuç alınamamıştır.
Birleşmiş Milletler, 29 Kasım 2012’de
Filistin'in BM’deki ‘gözlemci kuruluş’ statüsünü, ‘üye olmayan gözlemci devlet’
statüsüne yükseltmiştir. BM Genel Kurulu’nda yapılan oylamada, Filistin’in
talebi için 138 ülke evet, 9 ülke hayır oyu kullandı. 41 ülke çekimser kaldı.
İsveç Parlamentosu 30 Ekim 2014 tarihinde Filistin Devletini resmen tanıdı. Bu
karar bir Avrupa Birliği devletinin aldığı ilk tanıma kararı oldu. Eylül 2015
tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda ilk defa Filistin bayrağı
göndere çekildi. New York’taki BM Genel Kurulu’nda aybaşında yapılan oylamada,
üye ülkelerin çoğunun ‘evet’ oyuyla kabul edilen tasarı uyarınca Vatikan
bayrağıyla beraber Filistin bayrağının da diğer ülkelerin bayrağının arasında
temsil edilmesi kararlaştırıldı.
ARAP-İSRAİL
SAVAŞLARI
1948
Arap-İsrail savaşı
1956
Süveyş Savaşı
1967
Altı gün Savaşı
1973
Yom Kippur Savaşı
1948
Arap-İsrail Savaşı
İngiltere,
BM Genel Kurulunun 29 Kasım 1947 kararı üzerine, Aralık ayından itibaren
Filistindeki kuvvetlerini yavaş yavaş çekmeye başlamış. Bu sebeple, yahudiler
taksim kararı ile kendilerine ayrılan toprakları İngiltere çekilmeden önce ele
geçirmek ve araplar da buna engel olmak için harekete geçince, Genel Kurul
kararının hemen ertesinden itibaren Filistinde Arap-yahudi çatışmaları başladı.
Dolasıyle, 1948-49 Birinci Arap-İsrail savaşı, 1947’nin sonunda başlamıştır
diyebiliriz.
Öte
yandan BM’nin taksim kararı Arap ülkeleri arasında geniş tepkilere sebep olmuş.
Irak Dışişleri Bakanı Fadıl Cemali, 11 Aralık 1947 günü Washington’da dışişleri
bakanlığı yetkilileri ile yaptığı görüşmede, Arapların taksimi kabul etmektense
ölmeyi tercih edeceklerini söylüyordu.
Mısır,
Irak, Suriye, Lübnan, Ürdün, Suudi Arabistan ve Yemen dışişleri bakanlıkarı
8-12 Aralık 1947 Kahire’de yaptıkarı toplantı sonucunda yayınladıkları
bildiride BM kararına karşı mücadeleye kararlı olduklarını, taksim’i önlemek
için ‘kesin tedbirler’ almaya karar verdiklerini taksim kararının ‘self
determinasyon’ prensibinin bir ihlali olduğu 500.000 Arabın yahudi boyunduruğu
altına gireceğini söylüyorlardı.
3.000
kişilik bir gönüllü kuvveti ile 10.000 tüfek ve hafif silahlarla Filistin’e
sevkine karar verildi.
Filistin
Arapları dışında Suriyeli ve Iraklı gönüllülerinde katıldığı bu kuvvetlere ‘
Arap Kurtuluş Ordusu’ deniyordu.
1948
Şubatında Arap Ligi Kahire’de bir kere daha toplandı askeri tedbirler dışında
batı ülkelerine karşı petrolün bir silah olarak kullanılması meselesi ortaya
çıktı.
Arap
ligi tekrar Kahire’de toplandı. Toplantıda Ürdün ile Mısır arasında tartışma
çıktı. Ürdün temsilcisinin İngiliz manda rejminin sona erer ermez Arap
Lejyonunun Filistin’e gireceğini söylemesi Mısır’ın şiddetli itrazı ile
karşılaştı. Ürdünlüler Filistin’in Ürdün’ün bir hinterlandı olduğunu
bildirdiler.
Arap
Ligi Nisanda Amman’da tekrar toplandı. Toplantının amacının Filistin Araplarını
kurtarma planının hazırlanması olduğu söyleniyordu. Yapılan durum
değerlendirmesinde Suriye, Irak ve Lübnan askerlerinin 8 Mayıstan itibaren
gönüllü kisvesi altında Filistin’e sokulmasına kara verildi. Ürdün parlamentosu
Arap Lejyonunun Filistin’e gönderilmesine karar verdi. Kral Abdullah’ın yaptığı
basın toplantısında ‘Filistin’i kurtarma şerefi bana düşmüştür’ diyordu.
14
Mayıs günü sonunda Filistin’deki İngiliz manda yönetiminin sona ermesinden
birkaç saat önce Tel-Aviv’de toplanan Yahudi milli konseyi İsrail devletinin
kurulduğunu ilan etti.
Savaş
resmen 15 Mayıs 1948’den itibaren başlayacaktır.
Yahudiler
1948 Şubatına kadar olan dönemde esas itibariyle savunmada kalarak Tel-Aviv,
Hayfa ve Kudüs ve bunlara gelen anayolları tutmak olmuştur. Saldıran taraf ise
daha ziyade Araplardır.
30
Kasın 1947 -1 Şubat 1948 döneminde meydana gelen çarpışmalarda 427’si Arap
381’i yahudi ve 56’sı İngiliz olmak üzere 864 kişi ölmüş ve 1035’i Arap 725’i
yahudi ve 181’i de İngiliz olmak üzere 1941 kişide yaralanmıştır.
Nisan
ayı çarpışmalarının en mühim hadisesi Yahudilerin yaptığı Deir Yasin
Katliamı’dır. Kudüs’e giden yollardaki birçok Arap köylerini ele geçirdikten
sonra Irgun ve Stern teröristleri Deir Yasin köyüne saldırdılar, köyü ele
geçiren teröristler hamile kadın ve çocukların dahil olduğu 250 kadar Arap
köylüsünü işkence yaptıktan sonra katletmişlerdir.
Araplarda
Deir Yasin katliamını karşılıksız bırakmadılar Ürdün’ün Arap Lejyonu Kudüs’ün
güneyinde bulunan Kfar Etzion yahudi yerleşim merkezini ele geçirmişlerdir.
10
Nisandan itibaren Kudüs için çarpışmalar başladı. Bir diğer büyük çarpışma ise
Hayfa limanı için oldu.
14
Mayıs tarihine gelindiğinde ise Taberiye, Safed, Samakh, Hayfa ve Yafa
yahudilerin eline geçmiş bulunuyordu.
Bu
arada Amerika bir fikir değişikliği yaptı Taksim’in yürümeyeceğini gördüğünden
Başkan Truman 25 Martta Filistin’in BM’nin geçici olarak vesayeti altına
konulmasını teklif etti. İngiltere ve Fransa Amerika’nın bu fikir değişikliğini
desteklemediklerini açıkladılar.
Sovyetler
ise Filistin için BM Vesayet rejimini ileri sürmekle Amerika’yı ‘Taksimi
öldürmekle’ ve Filistin’i bir Amerikan üssü haline getirmek istemekle itham
ettiler.
İsrail
savaş sonunda 1947’de taksim planı ile elde ettiği %56’lık Filistin toprağını
%78’e çıkardı. 700.000 Filistinli evlerini terk etmek zorunda kalarak komşu
ülkelere veya Arapların yoğun olduğu bölgelere sığındılar. Yurtlarını terk eden
Filistinlilerden 250.000’i Gazze’ye yerleştirildi.
Filistinlilerin
başka ülkelere göçü ve Yahudilerin Filistin’de gün geçtikçe artan nüfusu,
demografik yapının bölgenin yerleşik halkı olan Araplar aleyhine dönüşmesine
neden oldu ve bugüne kadar gelen Filistin mülteci sorunu başladı.
Benzer
şekilde 1948-1952 yılları arasında Arap ülkelerinde yaşayan bir milyon kadar
Yahudi ülkelerinde kovuldu. Bu mültecilerin çoğu İsrail’e yerleşti.
İsrail
savaş sonunda savaştığı her Arap ülkesiyle ayrı ayrı ateşkes anlaşmaları
imzaladı. Bu anlaşmalara göz atacak olursak :
Mısır:
Savaştan sonra 24 Şubat 1949’da,12 maddelik bir ‘‘İsrail-Mısır Genel
Mütarekesi’’ imzalandı. 3,3-5,5 mil
genişliğinde bir kıyı şeridi haline getirilerek Mısır’a bırakıldı. Gazze’nin
köylerinin verimli toprakları İsrail tarafında kaldı. Bu sınır düzenlemesiyle,
Gazze’nin normalde 70 bin olan nüfusu, Filistin’den göçmek zorunda kalanlarla
sıkışarak 200 bine çıktı.
Lübnan:
İsrail ikinci mütarekesini savaşa sembolik olarak katılan Lübnan ile yaptı. 23
Mart 1949’da Ras Nakura’da yapılan anlaşmayla İsrail-Lübnan sınırı, eski
Lübnan-Filistin sınırı olarak kabul edildi. Her iki taraf bu sınırda en fazla
1500’er asker bulundurabilecekti.
Ürdün:
Arap-İsrail Savaşı’nda oynadığı rol ile diğer Arap ülkelerinden ayrılır. Ürdün
bu savaşa Filistin’i siyonist işgalden korumak için değil, ilhak amacıyla
katıldı. Savaştan öncede siyonistlerle son derece samimi olan Ürdün Kralı
Abdullah, gerçekte İsrail’in gizli müttefiki olarak hareket etti. Yapılan
anlaşma ile Ürdün Batı Şeria adıyla anılan bölgeyi İsrail’e bırakmayı kabul
etti. Kudüs ikiye bölünerek batısı İsrail’e, doğusu Ürdün’e verildi.
Suriye:
İsrail-Suriye ateşkes görüşmeleri, İsrail’in yönettiği bir darbe ile başa getirilen
Hüsnü Zaim yönetimiyle 12 Nisan 1949’da başladı. Anlaşma 20 Temmuz 1949’da
imzalandı ve İsrail-Suriye sınırı olarak, eski Filistin-Suriye sınırı kabul
edildi. Ancak bu sınırda İsrail için stratejik noktalar askerden arındırıldı.
Bu, İsrail’in bir sonraki Arap saldırısı için vakit kazanmasına sağlayacaktı.
1956
Süveyş Savaşı
1956
Süveyş Savaşı esasında bir Arap İsrail savası değildir. Doğrudan doğruya Arap
İsrail ile alakası yoktur. 1956 Süveyş savaşı aslında Nasır Meselesi nden
çıkmıştır.
Batı’nın
bölgedeki çıkarlarına ters düşmesi, 1956 Süveyş Savaşının sebebidir.
Şüphesiz
Nasır Pan-Arabizm politikası ile İsrail’i de ortadan kaldırmayı hedeflemişti ve
bu da İsrail’i de korkular uyandırmıştı.
Süveyş Krizi
Nasır,
28 Temmuzda Kahirede yaptığı bir konuşmada kanaldan serbest geçişe kesinlikle
saygı göstereceğini tekrarlarken, 31 Temmuzda Kahire’deki yabacı elçiliklere
gönderilen aynı metini notalarda kanal şirketinin esasen Mısır şirketi olduğu,
dolayısıyla millileştirme konusunda Mısır’ın her türlü yetkiye sahip bulunduğu,
Mısır’ın 1888 İstanbul Anlaşması ile 1854 İngiliz-Mısır anlaşmasından doğan
bütün milletler arası taaddütlerin bağlı kalacağını bildirdi. Ancak batının
askeri müdahalesi halinde mısırlıların savaşmaya kararlı olduklarını da vurgulamaktan
geri kalmadı.
Kanalın
Mısır tarafından millileştirme kararı İngiltere ve Fransa tarafından gayet
şiddetli tepkiyle karşılandı. İngiltere ekonomik yaptırımlarının Nasır’ı
kontrol altına almak için yeterli olmayacağından bu baskıları askeri harekat ile
de desteklemek gerekliydi.
Cezayir
meselesi dolasıyla esasen Mısır’a diş bileyen Fransa’nın tepkisi ise daha sert
oldu. Fransız sosyalist başbakan Guy Mollet Nasır’a metotları Hitler’e benzeyen
diktatör çırağı ve Basra Körfezi’nden Atlantik kıyılarına uzanan bir Arap
imparatorluğu kurmak istemekle itham ediyordu.
Süveyş
Krizinde Milletler Arası Konferans
Amerika,
İngiltere ve Fransa’nın 2 Ağustostaki ortak bildirileri ile 24 ülkeye
yaptıkları davet ile söz konusu konferansa 22 ülkenin katılması 16-23 Ağustos
günlerinde Londra’da yapıldı.
Konferansta
Amerikan dışişleri bakanı Dulles bir plan sundu plana göre :
Mısır’ın kanal üzerindeki egemenlik hakları ve
kanaldan serbest geçiş ilkesi vurgulanıyor fakat kanalın yönetimi Mısır’ında
dahil olacağı bir milletler arası yönetim kuruluna veriliyordu.
Dulles planına Pakistan, Türkiye, İran ve
Habeşistan tarafından yapılan değişiklik teklifleri Dulles tarafından da kabul
edilince plan 21 Ağustosta yapılan oylamada 18 devlet tarafından kabul edildi.
Bu plana ‘5 devlet planı’ denilmiştir.
Bu
5 devlet 5 kıtayı temsil ediyordu. Menzies Komitesi Kahire temaslarını 3-9
Eylül günlerinde yaptı. Sonuç olarak Kahire görüşmeleri hiçbir netice vermedi.
İngiliz-Fransız
Ve İsrail İşbirliği :Süveyş Savaşı
22-23
Ekim'de Paris'te yapılan çok gizli bir toplantıda ise plana son şekli verildi.
Planda İsrail'in Kanala ulaşacak kadar bir zamana sahip olması için sahte bir
barış girişimi bile düşünülmüştü:
Toplantıda
üç devlet tarafından imzalanan bir belge hazırlandı. Buna göre ilk saldırıyı
İsrail yapacaktı. Bunun üzerine İngiltere ve Fransa taraflara çağrıda
bulunarak, ateşi durdurmalarını ve iki taraftan da kanalın 16 km. gerisine
çekilmelerini istedi. Fakat bu çağrı, İsrail kuvvetlerinin kanala ulaşmasını
sağlamak için 30 Ekim'de yapılacaktı.
Savaş,
geleceğin "Lübnan Kasabı" Albay Ariel Şaron komutasındaki İsrail
birliklerinin Sina'ya girmesi ile başladı. İlerleyen günlerde 3 koldan daha
İsrail akınları başladı ve İsrailliler 5 gün içinde de bütün Sina'yı kontrol
altına aldılar. Mısırlı üst düzey komutanların büyük taktik hatalarından dolayı
İsrail'in başarısı son derece hızlı gerçekleşti.
İsrail'in
Sina'daki bu hızlı başarısında, 31 Ekim'den itibaren İngiltere ve Fransa'nın da
savaşa müdahalesi üzerine Nasır'ın, Süveyş Kanalı'nı savunmak üzere, Sina'daki
Mısır Kuvvetlerine 2 Kasımda geri çekilme emri vermesinin rolü büyük olmuştur.
Mısır Kuvvetleri bu çekilmeyi çok kötü ve dağınık bir şekilde yapmışlardır. Bu
da İsrail'in işini kolaylaştırmıştır.
30
Ekim'de İngiltere ve Fransa, Mısır'a nota vererek Süveyş'in kendilerine
bırakılmasını istediler. Mısır'ın bunu reddetmesi üzerine 31 Ekim'den itibaren
İngiltere ve Fransa da savaşa müdahale etti. Bu müdahaleyle Mısır'ın bütün
havaalanları ve askeri bölgeleri imha edildi. Artık neredeyse Mısır Hava
Kuvvetleri diye bir şey kalmamıştı. Nasır doğudaki birliklerini Süveyş'i
korumak için geri çekti. Geri çekilme hareketi çok kötü ve dağınık bir şekilde
gerçekleştirildiğinden bu, İsrail'in işini kolaylaştırdı.
Müttefik
Kuvvetleri 6 Kasım'da Süveyş'e çıkarma yaparak kanalı ele geçirdiler. Mısır'ın
7 Kasım'da ateşkesi kabul etmekten başka bir alternatifi kalmamıştı.
BM
Genel Kurulu 7 Kasım'da aldığı 1001 (ES-I) sayılı kararla Süveyş'e Barış
Gücü'nü yerleştirirken, 1002 (ES-I) sayılı kararla İngiltere ve Fransa, Mısır
topraklarından çekildi. Mısır bu kararla, savaş meydanında kaybettiği
mücadeleyi masada kazanmış gibi gözüktü.
Savaşın
sonunda İngilizlerin kayıpları 16 ölü 96 yaralı, Fransızların kayıpları 10 ölü
33 yaralı, Mısırlıların kayıpları ise 650 ölü 900 yaralı, İsrail’de ise 171 ölü
ve 4 esirdir.
Askeri
bakımdan Süveyş savaşı Nasır için tam bir hezimet oldu. Fakat savaşın siyasi
neticeleri tamamen aksi oldu. Arap dünyasında gücünü kaybetmenin yerine
kuvvetlendirdi.
Süveyş
savaşı sonrasında İngiliz başbakanı Anthony Eden’in siyasi kariyerini sona
erdirdi.
İngiltere
ve Amerika’nın münasebetlerine bir soğukluk girerken 1957 tarihli Eisenhower
Doktrini ile Amerika Ortadoğu’da İngiltere ve Fransa’nın yerini almaya
başlamıştır.
Süveyş
Savaşı’nın en mühim neticelerinden biri de 1955’de Mısır’a silah sağladıktan
sonra Sovyetlerin yapmış
oldukları müdahale ile şimdide Mısır’ı ve
Nasır’ı kurtarmış olmaları ve Arap dünyasında kazandıkları prestij ile Macaristan
FİLİSTİN
İSRAİL
İSRAİL
FİLİSTİN ÇATIŞMALARI
TÜRKİYE
İSRAİL İLİŞKİLERİ
FİLİSTİN
İSRAİL ÇATIŞMALARI
29 MART 2002 Koruyucu Duvar Operasyonu
İsrail,
1967’deki Altı Gün Savaşı’ndan bu yana en büyük askeri operasyonunu başlattı.
İsrail
askerlerinin “Koruyucu Duvar Operasyonu” adı altında Cenin’e gerçekleştirdiği
saldırı Filistin halkına karşı işlenen en büyük katliamlardan biri oldu.
Cenin Katliamı 3 Nisan 2002
İsrail tankları ile kuşatılan kampın üzerine
önce helikopterlerden aralıksız füze yağdırıldı, ardından kampa giren
buldozerler evleri yerle bir etti.
Cenin
Katliamı’nda hayatını kaybedenlerle ilgili olarak muhtelif rakamlar verilmesine
rağmen bu sayının 1300 civarı olduğunu söylemek mümkündür.
İnsan
Hakları İzleme ve Uluslararası Af Örgütü’nün raporlarına göre yüzlerce binanın
tamamen yok edildiği şehirde binlerce sivil yaralanmış ve 4000 kişi de evsiz
kalmıştır.
Cenin
katliamı, 21. yüzyılın ilk toplu kıyım ve imha saldırısı olarak tarihe
geçmiştir
İsrail
Duvarı
Eski
İsrail Başbakanı Ariel Şaron’un gündeme getirmesiyle Filistin’den gelen intihar
bombacılarını önlemek amacıyla 760 km’lik duvar örülmesini hedefledi.
Temmuz
2003 de ilk etap olan 110 km uzunluğundaki duvarın yapımı tamamlandı.
Şuan
ise 700 km uzunluğundadır.
28
Şubat - 3 Mart 2008
İsrail’in Gazze Şeridi’ne düzenlediği
saldırılarda en az 117 Filistinli hayatını kaybetti, 200 Filistinli de
yaralandı. Yaklaşık 800 Filistinlinin evi tahrip edildi.
19
Haziran 2008
Mısır’ın arabuluculuğunda gerçekleşen
müzakereler sonucu Hamas ile İsrail arasında altı aylık ateşkes imzalandı.
Hamas roket atmama, İsrail de Gazze’ye yönelik ambargoyu kaldırma ve
suikastları durdurma sözü vermişti.
27 Aralık 2008 Dökme Kurşun Operasyonu
İsrail
ordusu karadan, havadan ve denizden abluka altında bulundurduğu Gazze Şeridi’ne
yönelik sivil ve askerî hedef ayırt etmeksizin bir hava harekâtı başlattı.
3
Ocak’ta Gazze sınırını geçen tankların da katıldığı harekât 18 Ocak’ta son
buldu.
22 gün süren işgal ve bombardıman sonucunda
Gazze Şeridi’nde 355’i çocuk en az 1.500 kişi hayatını kaybetti, 7.000 kişi
yaralandı, 4.000 hane yıkıldı.
Eylül
2011
İsrail'in Gazze Şeridi'nde bir hafta boyunca
düzenlediği hava saldırılarında 18 Filistinli yaşamını yitirdi.
13
Mart 2012:
İsrail'in,
Gazze Şeridi'nde dört gün boyunca düzenlediği ve 25 Filistinlinin öldüğü
operasyonlar sonrasında, taraflar Mısır'ın arabuluculuğunda anlaşmaya vardı.
2014
İsrail Harekatı
İsrail Savunma Kuvvetlerinin 8 Temmuz 2014
Gazze’ye yönelik başlattığı kara, hava ve deniz operasyonlarına Koruyucu Hat
Operasyonu denilmiştir.
Saldırılarda 530’u çocuk 302’si kadın 2
bin 100’den fazla Filistinli öldü, 10 binden fazla Filistinli de yaralandı.
İsrail tarafında ise 64’ü asker 70 İsrailli öldü, 720 İsrailli de yaralandı.
Şucaiyye Katliamı
İsrail’in Gazze Şeridi tünellerine yönelik
başlatılan “Koruyucu Hat Operasyonu”yla İsrail Savunma Kuvvetlerinin
Filistin’in Şucaiyye Mahallesindeki sivillere yönelik yapmış olduğu alçakça
saldırıdır.
Şucaiyye Mahallesine iki defa saldırıda
bulunarak 90 sivilin ölümüne ve 200 ‘den fazla sivilin yaralanmasına neden
oldu.
01
Nisan 2015
Filistin, Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne
(UCM) resmen üye oldu.
25
Haziran 2015
Filistin,
UCM’ye İsrail hakkında suç duyurusunda bulundu. Filistin yönetimi, biri İsrail’in
son Gazze savaşı diğeri ise yasadışı yerleşim faaliyetleri ile ilgili mahkemeye
iki ayrı dosya sunmuştu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder