3 Ocak 2016 Pazar

FİLİSTİN SORUNU

TARİH İÇİNDE FİLİSTİN
FİLİSTİN NERESİDİR?
   ‘Filistin’ adı M.Ö. Zamanlarda buralarda yaşamış olan kavmin adına bağlanır. İbraniler bu halka Pelishtin ve bölgelerine de Pelesheth diyorlardı. ‘Plishtin ülkesi’ veya ‘Filistin’lerin ülkesi’ manasına geliyordu. Bu sebeple ülke Filistin adını almıştır.
   En az dörtbin yıldan beri tarih içinde yer alan Filistin, fetih ve istilalara o kadar çok maruz kalmıştır ki, sınırları devamlı değişmeler göstermiş ve bundan dolayı da, Filistin denen topraklara belirgin siyasi sınırlar çizmek mümkün olmamıştır.
   Filistin denen topraklar esas itibariyle, Suriye ile Mısır ve Akdeniz ile Şeria Nehri arasında kalan topraklardır. Şeria nehrinin döküldüğü Ölü Deniz(Lut Gölü) de Filistin’in doğu sınırına dahildir. Daha açıklayıcı olarak Doğu Akdeniz’de ve Orta Doğu’da, İsrail topraklarının tamamı ile Gazze Şeridi ve Batı Şeri gibi toprakları kapsayan coğrafi bölgedir. Bölge sınırları oldukça tartışmalıdır. Bazı kaynaklar Ürdün’ü de dahil eder.
FİLİSTİN’İN ÖNEMİ
KUDÜS’ÜN ÖNEMİ (Filistin’in başkenti)
 Yahudiliğin Kudüs’e Verdiği Önem: Kudüs’ün Yahudilik için önemi Süleyman Mabedinin bu şehirde bulunmuş olmasına dayanmaktadır. Yahudiler Kudüs’e ‘Ötelerin Şehri’ nazari ile bakarlar ve burası Allah'ın Evi olarak kabul edilir. Yahudilerin kutsal kitabi Eski Ahit’te Kudüs’ün önemi ‘Son Günlerde’ ve ‘Adalet Gününde’ belirginleşir. Hz. İsa  peygambere göre Kudüs ‘Adalet Şehridir’. Yahudi inancına göre burada son mahkeme kurulacaktır. Ayni zamanda Kudüs, Eski Ahit’te Beni Israil’i sembolize etmektedir. Onun yıkılması İsrailoğullarının sürgüne gönderilmesi demektir. Ve gelecekte yeniden imarı da İsrailoğullarının sürgünden dönüsünün ifadesidir. Yahudi tarihinde ikinci Mabet döneminde Kudüs bir hac şehri haline gelmiştir. MS 70 yılında şehrin yıkılması ile sürgüne gönderilen Yahudiler için yıkık şehir kendi gurbet ve perişanlıklarını sembolize etmektedir.
Hıristiyanlıkta  Kudüs
  Dindar bir Hıristiyan için Kudüs, Rab'ın seçtiği şehirdir. Körleşmiş ve günahlara dalmış insanların arasında Tevhit dininin kalesidir o. O Rab'ın bütün güzel planlarının şatosu olmuş, kendi oğlunu insanlığın affı için kurban ettiği mekan olmuştur. Bu şehirden adalet ve sevginin kanunu insanlığa  yayılır. Kudüs, Rabbin Krallığının yeryüzüne ineceği günlerin müjdecisidir. İsa’nın kanıyla yıkanmıştır bu topraklar ve onun için insanlar ölmüş, ölmek için cepheye koşmuş, Golgotha taşını öpmek, Kutsal Kabir’de ağlamak asırlar boyu bir şeref olarak görülmüştür. Kudüs’e bir Hristiyan başka bir şehri ziyaret ediyor gibi gelemez. Ona dua, ağlama, kendine gelme, yeniden dirilme arzusuyla gelinmelidir.
  Hıristiyanlık için Kudüs, tarihin başladığı  ve biteceği yerdir. Yine de Hristiyan ilahiyatında Kudüs karmaşık bir yer tutar. Şehir bir yandan İsa'nın yakalanıp çarmıha gerildiği ve gömüldüğü, yıkımı İsa tarafından önceden haber verilmiş bir şehirdir. Bunun yanında Son Günlerin Vaatleri ile de birleştirilen bir Kutsal Şehirdir. Haçlılarla birlikte Kudüs’ün Hristiyanlık için ifade ettiği dini önem siyasal bir boyut kazanmıştır.

 Müslümanların İlk Kıblesi
  İslam'ın kutsal şehirler hiyerarşisinde Kudüs, üçüncü sırada gelir. Mekke’deki bir ibadetin on bin, Medine’dekinin bin ve Kudüs'tekinin beşyüz kat sevabı olduğu seklindeki hadis bu hiyerarşiyi ifade eder. Kudüs, bir buçuk yıldan az bir süre Müslümanların ilk kıblesi olarak kalmıştır.
  Kudüs’ün İslam tasavvufunda da önemli bir yeri vardır. Büyük İslam mutasavvıfları Mevlâ ile olan irtibatın en âlâ mertebesine ancak bu şehirde ulaşılabileceğine inanmışlar ve hayatlarının bir kısmını Kudüs’te geçirmişlerdir. Bugün İslam dünyasında Kudüs ve onunla bağlantılı olarak Filistin Problemi ezilmişliğin, hakki yenilmişliğin bir sembolü olarak kabul görmektedir.
  Müslümanların ve tüm dünyanın gözü önünde Filistin’de yıllardır süren bu Siyonist cinayetlerin ve katliamların bir an önce durdurulması için etkin yaptırımlarda bulunmak gerekmektedir.

FİLİSTİN TOPRAKLARINDA HAKİMİYET KURANLAR
İsrailoğulları ve Antik Filistinliler
Asur ve Babil hakimiyeti
Pers hakimiyeti
Roma hakimiyeti
Emeviler
Abbasiler
Fatımiler
Osmanlı hakimiyeti
İngiliz mandası dönemi
İsrail
İSLAM ÖNCESİ DÖNEM
  İslam öncesi dönemde üzerinde hüküm süren farklı kavim ve hakimiyet kuran güçlerle çok gerilere uzanan Filistin, birçok medeniyete beşiklik etmesi ve medeniyetlerin geçiş bölgeleri üzerinde kavşak noktası olması ile bilinmektedir. Filistin’in semavi dinlerce de önemi tartışılamayacak derecede önemlidir.
İSLAMİ DÖNEM
  Filistin, İslam tarihinde oldukça nadide bir yere sahiptir. Hz. Muhammed(sav)’ in İsra ve Miraç mucizesinin mekanı Kudüs’tür. Bu anlamda Kudüs’ün fethedilmesi için Hz. Muhammed(sav) döneminden itibaren fetihlerin yönü kuzeye yönelmiş ve 629 tarihinde Bizans Devleti ile İslam orduları arasında Mute Savaşı yapılmıtır.
OSMANLI DÖNEMİ
  Haçlı Seferlerinin ardından başlayan ve yaklaşık iki asır süren Memlük hakimiyetinden sonra Filistin, Yavuz Sultan Selim döneminde Mercidabık Savaşı’ndan sonra (24 Ağustos 1516) Osmanlı yönetimine geçti. Bölgenin tamamının fethi ise Kanuni Sultan Süleyman zamanında tamamlandı.
  Osmanlı Döneminde Filistin’de Demografik yapı: Filistin’de bir Yahudi topluluğunun oluşturulması 19.yüzyıl boyunca yükselen bir seyir izlemiştir. Bu dönemde Filistin topraklarında üç farklı Yahudi grup bulunmaktadır: İlki uzun yıllar önce bu topraklara gelmiş olan ve büyük ölçüde bölge halkı ile kaynaşmış bulunan Sefarad Yahudileridir. Yüzyıl içerisinde parça parça gelen ve daha çok Kudüs, Safed, Taberiye ve el-Halil gibi bölgelere yerleşmiş bulunan ve yerleşik bulunan Yahudilerden uzak durmaya çalışan Eşkenazi Yahudi tabaka, ikinci grubu oluşturmaktadır. Üçüncü grup ise yüzyılın sonlarına doğru Siyonizm hareketinin güçlenmeye başlaması ile birlikte bu topraklara göçen Yahudilerden oluşmaktadır.
  Yahudi yerleşimi konusundaki Osmanlı’nın tavrı: Osmanlı Devleti, Filistin’de Yahudi yerleşimini arttırmayı planlayan Siyonist harekete karşı daima ihtiyatlı bir politika takip etmiştir. II. Abdülhamid, Siyonizmi siyasal bir sorun olarak görmüş ve Yahudilerin kitlesel olarak Filistin’e yerleştirilmelerinin İmparatorluk içinde yeni bir milliyetçilik akımı ya da başka deyişle bir ‘Yahudi sorunu’ doğurmasından endişe duymuştur. Siyonist hareketin lideri Theodar Herzl 1901 yılının Mayıs ayında II. Abdülhamid’e gelerek, 1492 yılında İspanya ve diğer Avrupa ülkelerinden gelen Yahudi göçmenlerin Osmanlı Devleti tarafından kabul edildiğini hatırlatmış ve Filistin’e yerleşmek için izin istemiştir. Ancak bu talep II. Abdülhamid tarafından açıkça reddedilmiştir.
  1897’den İsrail’e: Günümüzde uluslararası gündemin en üst sıralarında bulunan Filistin-İsrail sorununun çok eski bir geçmişi vardır. Sorunun günümüzdeki mevcut biçiminin, 19.yüzyıl sonlarından başlayarak 20.yüzyıl başlarında yoğunlaşan Yahudi göçü sonucunda, bu topraklar üzerinde 1948 yılında İsrail devlerinin oluşturulması ile ilgili olduğu söylenebilir.
  1936-1939 Olayları: 1936’da bir araya gelen Arap liderleri Yahudilere karşı mücadelede önderlik edecek Arap Yüksek Komitesi’ni kurdular ve başlattıkları genel grevi ulusal bir ayaklanmaya dönüştürdüler. Bunun üzerine Filistin’e gelen bir komisyon, Yahudilerle Arapların aynı devlet içinde yer almasının mümkün olmayacağını, Filistin’in bölüştürülmesi gerektiğini öneren Peel Raporu’nu yayınladı. Bu rapor Filistinlilerin bağımsızlıklarını gölgeleyecek şekilde topraklarını ikiye böldüğü için Arapların ayaklanmasının daha da şiddetlenmesine neden oldu.
  Balfour Deklarosyonu: İngiliz Dışişleri Bakanı Arthur Balfour daha sonra ‘Balfour Deklarasyonu’ olarak adlandırılacak olan mektubu 2 Kasım 1917’de Siyonist lider Lord Rothschild’e gönderdi. Balfour, İngiltere’nin Filistin’de bir Yahudi devletinin kurulması için tüm imkanlarını kullanacağını bildiriyordu.

  Birinci Dünya savaşında Siyonist Hareket ve Filistin: Ortadoğu’ya güçlü bir şekilde yerleşmek için bekleyen İngiltere ve Fransa için I. Dünya Savaşı bulunmaz bir fırsat olarak görüldü. Savaşta Osmanlı-Alman İttifakı’nın karşısında yer alan bu güçler, Osmanlı’nın Ortadoğu’daki topraklarında yaşayan Arap halkı Osmanlı’ya karşı harekete geçirmeyi başardılar.

  Manda yönetimi: 1917’de fiilen başlamış olan İngiliz yönetimi 25 Nisan 1920’de yapılan San Remo Konferansı’nda Filistin üzerinde İngiliz Mandası’nın kabul edilmesiyle garanti altına alınmış oldu. İki yıl sonra da Filistin tamamen İngiliz yönetimine bırakıldı ve Siyonist olduğu açıklanan Sir Herbert Samuel Filistin’e ilk İngiliz Yüksek Komiseri olarak gönderildi.

  Siyonist hareketin kuruluşu: Siyonizm politik bir hareket olarak 19. yüzyılda ortaya çıkmıştır. İlk etapta Siyonizm diasporadaki Yahudilerin durumunun iyileştirilmesi ve ‘geri dönüş’ fikrinden ibaretti. ‘Halkı olmayan bir ülkeyi, ülkesi olmayan bir halka devredin...’ diyen Israel Zangwill Filistin’de Arap varlığını inkar eden Siyonist hareketin tavrını açıkça ortaya koymaktadır.

II.DÜNYA SAVAŞI VE FİLİSTİN’İN KURULUŞU

 II. Dünya Savaşı’nın nedenlerini ve olayların başlangıcını, I. Dünya Savaşı’nın çözümlenmeden bıraktığı veya getirdiği yeni sorunlar oluşturmaktaydı. Almanya’nın 1 Eylül 1939’da Polonya’ya saldırması üzerine İngiltere ve Fransa da 3 Eylül 1939’da Almanya’ya savaş açtı. Böylece tarihin tanık olduğu en büyük savaş olan II. Dünya Savaşı başladı. Savaşın başlamasıyla Siyonistler ve İngilizler anlaşmazlığa düştüler. Savaş sırasında Filistin’e Yahudi göçünü hızlandırmayı amaçlayan Siyonistler, Arapları Almanların yanına itmek istemeyen İngiltere’nin muhalefetiyle karşılaştılar.

  Filistin’in bağımsızlığı 15 Kasım 1988’de Cezayir’de ilan edilmiştir. Aralarında Çin, Rusya, Hindistan ve Türkiye’nin de bulunduğu yüzden fazla ülke tarafından resmen tanınmaktadır. Bağımsızlığı ilan edildiği sırada Filistin Kurtuluş Örgütü’nün Filistin topraklarında hiçbir kontrolü yoktu. Günümüzde sadece Batı Şeria ve Gazze Şeridi Filistinlilerin kontrolündedir ve bu bölgeler İsrail ordusunun işgali altındadır. Filistin ve İsrail yönetimleri arasındaki barış görüşmeleri devam etmektedir fakat görüşmelerden olumlu sonuç alınamamıştır.
  Birleşmiş Milletler, 29 Kasım 2012’de Filistin'in BM’deki ‘gözlemci kuruluş’ statüsünü, ‘üye olmayan gözlemci devlet’ statüsüne yükseltmiştir. BM Genel Kurulu’nda yapılan oylamada, Filistin’in talebi için 138 ülke evet, 9 ülke hayır oyu kullandı. 41 ülke çekimser kaldı. İsveç Parlamentosu 30 Ekim 2014 tarihinde Filistin Devletini resmen tanıdı. Bu karar bir Avrupa Birliği devletinin aldığı ilk tanıma kararı oldu. Eylül 2015 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda ilk defa Filistin bayrağı göndere çekildi. New York’taki BM Genel Kurulu’nda aybaşında yapılan oylamada, üye ülkelerin çoğunun ‘evet’ oyuyla kabul edilen tasarı uyarınca Vatikan bayrağıyla beraber Filistin bayrağının da diğer ülkelerin bayrağının arasında temsil edilmesi kararlaştırıldı.
ARAP-İSRAİL SAVAŞLARI
1948 Arap-İsrail savaşı
1956 Süveyş Savaşı
1967 Altı gün Savaşı
1973 Yom Kippur Savaşı
1948 Arap-İsrail Savaşı
İngiltere, BM Genel Kurulunun 29 Kasım 1947 kararı üzerine, Aralık ayından itibaren Filistindeki kuvvetlerini yavaş yavaş çekmeye başlamış. Bu sebeple, yahudiler taksim kararı ile kendilerine ayrılan toprakları İngiltere çekilmeden önce ele geçirmek ve araplar da buna engel olmak için harekete geçince, Genel Kurul kararının hemen ertesinden itibaren Filistinde Arap-yahudi çatışmaları başladı. Dolasıyle, 1948-49 Birinci Arap-İsrail savaşı, 1947’nin sonunda başlamıştır diyebiliriz.
Öte yandan BM’nin taksim kararı Arap ülkeleri arasında geniş tepkilere sebep olmuş. Irak Dışişleri Bakanı Fadıl Cemali, 11 Aralık 1947 günü Washington’da dışişleri bakanlığı yetkilileri ile yaptığı görüşmede, Arapların taksimi kabul etmektense ölmeyi tercih edeceklerini söylüyordu.
Mısır, Irak, Suriye, Lübnan, Ürdün, Suudi Arabistan ve Yemen dışişleri bakanlıkarı 8-12 Aralık 1947 Kahire’de yaptıkarı toplantı sonucunda yayınladıkları bildiride BM kararına karşı mücadeleye kararlı olduklarını, taksim’i önlemek için ‘kesin tedbirler’ almaya karar verdiklerini taksim kararının ‘self determinasyon’ prensibinin bir ihlali olduğu 500.000 Arabın yahudi boyunduruğu altına gireceğini söylüyorlardı.
3.000 kişilik bir gönüllü kuvveti ile 10.000 tüfek ve hafif silahlarla Filistin’e sevkine karar  verildi.

Filistin Arapları dışında Suriyeli ve Iraklı gönüllülerinde katıldığı bu kuvvetlere ‘ Arap Kurtuluş Ordusu’ deniyordu.

1948 Şubatında Arap Ligi Kahire’de bir kere daha toplandı askeri tedbirler dışında batı ülkelerine karşı petrolün bir silah olarak kullanılması meselesi ortaya çıktı. 
Arap ligi tekrar Kahire’de toplandı. Toplantıda Ürdün ile Mısır arasında tartışma çıktı. Ürdün temsilcisinin İngiliz manda rejminin sona erer ermez Arap Lejyonunun Filistin’e gireceğini söylemesi Mısır’ın şiddetli itrazı ile karşılaştı. Ürdünlüler Filistin’in Ürdün’ün bir hinterlandı olduğunu bildirdiler.
Arap Ligi Nisanda Amman’da tekrar toplandı. Toplantının amacının Filistin Araplarını kurtarma planının hazırlanması olduğu söyleniyordu. Yapılan durum değerlendirmesinde Suriye, Irak ve Lübnan askerlerinin 8 Mayıstan itibaren gönüllü kisvesi altında Filistin’e sokulmasına kara verildi. Ürdün parlamentosu Arap Lejyonunun Filistin’e gönderilmesine karar verdi. Kral Abdullah’ın yaptığı basın toplantısında ‘Filistin’i kurtarma şerefi bana düşmüştür’ diyordu.

14 Mayıs günü sonunda Filistin’deki İngiliz manda yönetiminin sona ermesinden birkaç saat önce Tel-Aviv’de toplanan Yahudi milli konseyi İsrail devletinin kurulduğunu ilan etti.
Savaş resmen 15 Mayıs 1948’den itibaren başlayacaktır.
Yahudiler 1948 Şubatına kadar olan dönemde esas itibariyle savunmada kalarak Tel-Aviv, Hayfa ve Kudüs ve bunlara gelen anayolları tutmak olmuştur. Saldıran taraf ise daha ziyade Araplardır.
30 Kasın 1947 -1 Şubat 1948 döneminde meydana gelen çarpışmalarda 427’si Arap 381’i yahudi ve 56’sı İngiliz olmak üzere 864 kişi ölmüş ve 1035’i Arap 725’i yahudi ve 181’i de İngiliz olmak üzere 1941 kişide yaralanmıştır.
Nisan ayı çarpışmalarının en mühim hadisesi Yahudilerin yaptığı Deir Yasin Katliamı’dır. Kudüs’e giden yollardaki birçok Arap köylerini ele geçirdikten sonra Irgun ve Stern teröristleri Deir Yasin köyüne saldırdılar, köyü ele geçiren teröristler hamile kadın ve çocukların dahil olduğu 250 kadar Arap köylüsünü işkence yaptıktan sonra katletmişlerdir.
Araplarda Deir Yasin katliamını karşılıksız bırakmadılar Ürdün’ün Arap Lejyonu Kudüs’ün güneyinde bulunan Kfar Etzion yahudi yerleşim merkezini ele geçirmişlerdir.
10 Nisandan itibaren Kudüs için çarpışmalar başladı. Bir diğer büyük çarpışma ise Hayfa limanı için oldu.

14 Mayıs tarihine gelindiğinde ise Taberiye, Safed, Samakh, Hayfa ve Yafa yahudilerin eline geçmiş bulunuyordu.
Bu arada Amerika bir fikir değişikliği yaptı Taksim’in yürümeyeceğini gördüğünden Başkan Truman 25 Martta Filistin’in BM’nin geçici olarak vesayeti altına konulmasını teklif etti. İngiltere ve Fransa Amerika’nın bu fikir değişikliğini desteklemediklerini açıkladılar.
Sovyetler ise Filistin için BM Vesayet rejimini ileri sürmekle Amerika’yı ‘Taksimi öldürmekle’ ve Filistin’i bir Amerikan üssü haline getirmek istemekle itham ettiler.
İsrail savaş sonunda 1947’de taksim planı ile elde ettiği %56’lık Filistin toprağını %78’e çıkardı. 700.000 Filistinli evlerini terk etmek zorunda kalarak komşu ülkelere veya Arapların yoğun olduğu bölgelere sığındılar. Yurtlarını terk eden Filistinlilerden 250.000’i Gazze’ye yerleştirildi.
Filistinlilerin başka ülkelere göçü ve Yahudilerin Filistin’de gün geçtikçe artan nüfusu, demografik yapının bölgenin yerleşik halkı olan Araplar aleyhine dönüşmesine neden oldu ve bugüne kadar gelen Filistin mülteci sorunu başladı.
Benzer şekilde 1948-1952 yılları arasında Arap ülkelerinde yaşayan bir milyon kadar Yahudi ülkelerinde kovuldu. Bu mültecilerin çoğu İsrail’e yerleşti. 
İsrail savaş sonunda savaştığı her Arap ülkesiyle ayrı ayrı ateşkes anlaşmaları imzaladı. Bu anlaşmalara göz atacak olursak :
Mısır: Savaştan sonra 24 Şubat 1949’da,12 maddelik bir ‘‘İsrail-Mısır Genel Mütarekesi’’ imzalandı. 3,3-5,5  mil genişliğinde bir kıyı şeridi haline getirilerek Mısır’a bırakıldı. Gazze’nin köylerinin verimli toprakları İsrail tarafında kaldı. Bu sınır düzenlemesiyle, Gazze’nin normalde 70 bin olan nüfusu, Filistin’den göçmek zorunda kalanlarla sıkışarak 200 bine çıktı.
Lübnan: İsrail ikinci mütarekesini savaşa sembolik olarak katılan Lübnan ile yaptı. 23 Mart 1949’da Ras Nakura’da yapılan anlaşmayla İsrail-Lübnan sınırı, eski Lübnan-Filistin sınırı olarak kabul edildi. Her iki taraf bu sınırda en fazla 1500’er asker bulundurabilecekti.
Ürdün: Arap-İsrail Savaşı’nda oynadığı rol ile diğer Arap ülkelerinden ayrılır. Ürdün bu savaşa Filistin’i siyonist işgalden korumak için değil, ilhak amacıyla katıldı. Savaştan öncede siyonistlerle son derece samimi olan Ürdün Kralı Abdullah, gerçekte İsrail’in gizli müttefiki olarak hareket etti. Yapılan anlaşma ile Ürdün Batı Şeria adıyla anılan bölgeyi İsrail’e bırakmayı kabul etti. Kudüs ikiye bölünerek batısı İsrail’e, doğusu Ürdün’e verildi.
Suriye: İsrail-Suriye ateşkes görüşmeleri, İsrail’in yönettiği bir darbe ile başa getirilen Hüsnü Zaim yönetimiyle 12 Nisan 1949’da başladı. Anlaşma 20 Temmuz 1949’da imzalandı ve İsrail-Suriye sınırı olarak, eski Filistin-Suriye sınırı kabul edildi. Ancak bu sınırda İsrail için stratejik noktalar askerden arındırıldı. Bu, İsrail’in bir sonraki Arap saldırısı için vakit kazanmasına sağlayacaktı.
1956 Süveyş Savaşı
1956 Süveyş Savaşı esasında bir Arap İsrail savası değildir. Doğrudan doğruya Arap İsrail ile alakası yoktur. 1956 Süveyş savaşı aslında Nasır Meselesi nden çıkmıştır.

Batı’nın bölgedeki çıkarlarına ters düşmesi, 1956 Süveyş Savaşının sebebidir.

Şüphesiz Nasır Pan-Arabizm politikası ile İsrail’i de ortadan kaldırmayı hedeflemişti ve bu da İsrail’i de korkular uyandırmıştı.

 Süveyş Krizi
Nasır, 28 Temmuzda Kahirede yaptığı bir konuşmada kanaldan serbest geçişe kesinlikle saygı göstereceğini tekrarlarken, 31 Temmuzda Kahire’deki yabacı elçiliklere gönderilen aynı metini notalarda kanal şirketinin esasen Mısır şirketi olduğu, dolayısıyla millileştirme konusunda Mısır’ın her türlü yetkiye sahip bulunduğu, Mısır’ın 1888 İstanbul Anlaşması ile 1854 İngiliz-Mısır anlaşmasından doğan bütün milletler arası taaddütlerin bağlı kalacağını bildirdi. Ancak batının askeri müdahalesi halinde mısırlıların savaşmaya kararlı olduklarını da vurgulamaktan geri kalmadı.
Kanalın Mısır tarafından millileştirme kararı İngiltere ve Fransa tarafından gayet şiddetli tepkiyle karşılandı. İngiltere ekonomik yaptırımlarının Nasır’ı kontrol altına almak için yeterli olmayacağından bu baskıları askeri harekat ile de desteklemek gerekliydi.
Cezayir meselesi dolasıyla esasen Mısır’a diş bileyen Fransa’nın tepkisi ise daha sert oldu. Fransız sosyalist başbakan Guy Mollet Nasır’a metotları Hitler’e benzeyen diktatör çırağı ve Basra Körfezi’nden Atlantik kıyılarına uzanan bir Arap imparatorluğu kurmak istemekle itham ediyordu. 
Süveyş Krizinde Milletler Arası Konferans
Amerika, İngiltere ve Fransa’nın 2 Ağustostaki ortak bildirileri ile 24 ülkeye yaptıkları davet ile söz konusu konferansa 22 ülkenin katılması 16-23 Ağustos günlerinde Londra’da yapıldı.
Konferansta Amerikan dışişleri bakanı Dulles bir plan sundu plana göre :
 Mısır’ın kanal üzerindeki egemenlik hakları ve kanaldan serbest geçiş ilkesi vurgulanıyor fakat kanalın yönetimi Mısır’ında dahil olacağı bir milletler arası yönetim kuruluna veriliyordu.
 Dulles planına Pakistan, Türkiye, İran ve Habeşistan tarafından yapılan değişiklik teklifleri Dulles tarafından da kabul edilince plan 21 Ağustosta yapılan oylamada 18 devlet tarafından kabul edildi. Bu plana ‘5 devlet planı’ denilmiştir. 

Bu 5 devlet 5 kıtayı temsil ediyordu. Menzies Komitesi Kahire temaslarını 3-9 Eylül günlerinde yaptı. Sonuç olarak Kahire görüşmeleri hiçbir netice vermedi.

İngiliz-Fransız Ve İsrail İşbirliği :Süveyş Savaşı

22-23 Ekim'de Paris'te yapılan çok gizli bir toplantıda ise plana son şekli verildi. Planda İsrail'in Kanala ulaşacak kadar bir zamana sahip olması için sahte bir barış girişimi bile düşünülmüştü:

Toplantıda üç devlet tarafından imzalanan bir belge hazırlandı. Buna göre ilk saldırıyı İsrail yapacaktı. Bunun üzerine İngiltere ve Fransa taraflara çağrıda bulunarak, ateşi durdurmalarını ve iki taraftan da kanalın 16 km. gerisine çekilmelerini istedi. Fakat bu çağrı, İsrail kuvvetlerinin kanala ulaşmasını sağlamak için 30 Ekim'de yapılacaktı.
Savaş, geleceğin "Lübnan Kasabı" Albay Ariel Şaron komutasındaki İsrail birliklerinin Sina'ya girmesi ile başladı. İlerleyen günlerde 3 koldan daha İsrail akınları başladı ve İsrailliler 5 gün içinde de bütün Sina'yı kontrol altına aldılar. Mısırlı üst düzey komutanların büyük taktik hatalarından dolayı İsrail'in başarısı son derece hızlı gerçekleşti.
İsrail'in Sina'daki bu hızlı başarısında, 31 Ekim'den itibaren İngiltere ve Fransa'nın da savaşa müdahalesi üzerine Nasır'ın, Süveyş Kanalı'nı savunmak üzere, Sina'daki Mısır Kuvvetlerine 2 Kasımda geri çekilme emri vermesinin rolü büyük olmuştur. Mısır Kuvvetleri bu çekilmeyi çok kötü ve dağınık bir şekilde yapmışlardır. Bu da İsrail'in işini kolaylaştırmıştır.
30 Ekim'de İngiltere ve Fransa, Mısır'a nota vererek Süveyş'in kendilerine bırakılmasını istediler. Mısır'ın bunu reddetmesi üzerine 31 Ekim'den itibaren İngiltere ve Fransa da savaşa müdahale etti. Bu müdahaleyle Mısır'ın bütün havaalanları ve askeri bölgeleri imha edildi. Artık neredeyse Mısır Hava Kuvvetleri diye bir şey kalmamıştı. Nasır doğudaki birliklerini Süveyş'i korumak için geri çekti. Geri çekilme hareketi çok kötü ve dağınık bir şekilde gerçekleştirildiğinden bu, İsrail'in işini kolaylaştırdı.
Müttefik Kuvvetleri 6 Kasım'da Süveyş'e çıkarma yaparak kanalı ele geçirdiler. Mısır'ın 7 Kasım'da ateşkesi kabul etmekten başka bir alternatifi kalmamıştı.

BM Genel Kurulu 7 Kasım'da aldığı 1001 (ES-I) sayılı kararla Süveyş'e Barış Gücü'nü yerleştirirken, 1002 (ES-I) sayılı kararla İngiltere ve Fransa, Mısır topraklarından çekildi. Mısır bu kararla, savaş meydanında kaybettiği mücadeleyi masada kazanmış gibi gözüktü.
Savaşın sonunda İngilizlerin kayıpları 16 ölü 96 yaralı, Fransızların kayıpları 10 ölü 33 yaralı, Mısırlıların kayıpları ise 650 ölü 900 yaralı, İsrail’de ise 171 ölü ve 4 esirdir.
Askeri bakımdan Süveyş savaşı Nasır için tam bir hezimet oldu. Fakat savaşın siyasi neticeleri tamamen aksi oldu. Arap dünyasında gücünü kaybetmenin yerine kuvvetlendirdi.
Süveyş savaşı sonrasında İngiliz başbakanı Anthony Eden’in siyasi kariyerini sona erdirdi.
İngiltere ve Amerika’nın münasebetlerine bir soğukluk girerken 1957 tarihli Eisenhower Doktrini ile Amerika Ortadoğu’da İngiltere ve Fransa’nın yerini almaya başlamıştır.

Süveyş Savaşı’nın en mühim neticelerinden biri de 1955’de Mısır’a silah sağladıktan sonra Sovyetlerin          yapmış oldukları müdahale ile şimdide Mısır’ı ve   Nasır’ı kurtarmış olmaları ve Arap dünyasında  kazandıkları prestij ile Macaristan
FİLİSTİN İSRAİL
İSRAİL FİLİSTİN ÇATIŞMALARI
TÜRKİYE İSRAİL İLİŞKİLERİ
FİLİSTİN İSRAİL ÇATIŞMALARI
 29 MART 2002 Koruyucu Duvar Operasyonu
İsrail, 1967’deki Altı Gün Savaşı’ndan bu yana en büyük askeri operasyonunu başlattı.
İsrail askerlerinin “Koruyucu Duvar Operasyonu” adı altında Cenin’e gerçekleştirdiği saldırı Filistin halkına karşı işlenen en büyük katliamlardan biri oldu.


     Cenin Katliamı 3 Nisan 2002
 İsrail tankları ile kuşatılan kampın üzerine önce helikopterlerden aralıksız füze yağdırıldı, ardından kampa giren buldozerler evleri yerle bir etti.


Cenin Katliamı’nda hayatını kaybedenlerle ilgili olarak muhtelif rakamlar verilmesine rağmen bu sayının 1300 civarı olduğunu söylemek mümkündür.
İnsan Hakları İzleme ve Uluslararası Af Örgütü’nün raporlarına göre yüzlerce binanın tamamen yok edildiği şehirde binlerce sivil yaralanmış ve 4000 kişi de evsiz kalmıştır. 
Cenin katliamı, 21. yüzyılın ilk toplu kıyım ve imha saldırısı olarak tarihe geçmiştir

İsrail Duvarı

Eski İsrail Başbakanı Ariel Şaron’un gündeme getirmesiyle Filistin’den gelen intihar bombacılarını önlemek amacıyla 760 km’lik duvar örülmesini hedefledi.
Temmuz 2003 de ilk etap olan 110 km uzunluğundaki duvarın yapımı tamamlandı.
Şuan ise 700 km uzunluğundadır.

28 Şubat - 3 Mart 2008
 İsrail’in Gazze Şeridi’ne düzenlediği saldırılarda en az 117 Filistinli hayatını kaybetti, 200 Filistinli de yaralandı. Yaklaşık 800 Filistinlinin evi tahrip edildi.
19 Haziran 2008
    Mısır’ın arabuluculuğunda gerçekleşen müzakereler sonucu Hamas ile İsrail arasında altı aylık ateşkes imzalandı. Hamas roket atmama, İsrail de Gazze’ye yönelik ambargoyu kaldırma ve suikastları durdurma sözü vermişti.
 27 Aralık 2008 Dökme Kurşun Operasyonu
İsrail ordusu karadan, havadan ve denizden abluka altında bulundurduğu Gazze Şeridi’ne yönelik sivil ve askerî hedef ayırt etmeksizin bir hava harekâtı başlattı.
3 Ocak’ta Gazze sınırını geçen tankların da katıldığı harekât 18 Ocak’ta son buldu.
 22 gün süren işgal ve bombardıman sonucunda Gazze Şeridi’nde 355’i çocuk en az 1.500 kişi hayatını kaybetti, 7.000 kişi yaralandı, 4.000 hane yıkıldı.
Eylül 2011
 İsrail'in Gazze Şeridi'nde bir hafta boyunca düzenlediği hava saldırılarında 18 Filistinli yaşamını yitirdi.
13 Mart 2012:
İsrail'in, Gazze Şeridi'nde dört gün boyunca düzenlediği ve 25 Filistinlinin öldüğü operasyonlar sonrasında, taraflar Mısır'ın arabuluculuğunda anlaşmaya vardı.
2014 İsrail Harekatı
   İsrail Savunma Kuvvetlerinin 8 Temmuz 2014 Gazze’ye yönelik başlattığı kara, hava ve deniz operasyonlarına Koruyucu Hat Operasyonu denilmiştir.
      Saldırılarda 530’u çocuk 302’si kadın 2 bin 100’den fazla Filistinli öldü, 10 binden fazla Filistinli de yaralandı. İsrail tarafında ise 64’ü asker 70 İsrailli öldü, 720 İsrailli de yaralandı.
 Şucaiyye Katliamı
   İsrail’in Gazze Şeridi tünellerine yönelik başlatılan “Koruyucu Hat Operasyonu”yla İsrail Savunma Kuvvetlerinin Filistin’in Şucaiyye Mahallesindeki sivillere yönelik yapmış olduğu alçakça saldırıdır.
    Şucaiyye Mahallesine iki defa saldırıda bulunarak 90 sivilin ölümüne ve 200 ‘den fazla sivilin yaralanmasına neden oldu.
01 Nisan 2015
   Filistin, Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (UCM) resmen üye oldu.
25 Haziran 2015
Filistin, UCM’ye İsrail hakkında suç duyurusunda bulundu. Filistin yönetimi, biri İsrail’in son Gazze savaşı diğeri ise yasadışı yerleşim faaliyetleri ile ilgili mahkemeye iki ayrı dosya sunmuştu.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder