3 Ocak 2016 Pazar

ARAP İSRAİL SORUNU

FİLİSTİN İSRAİL
İSRAİL FİLİSTİN ÇATIŞMALARI
TÜRKİYE İSRAİL İLİŞKİLERİ
FİLİSTİN İSRAİL ÇATIŞMALARI
 29 MART 2002 Koruyucu Duvar Operasyonu
İsrail, 1967’deki Altı Gün Savaşı’ndan bu yana en büyük askeri operasyonunu başlattı.
İsrail askerlerinin “Koruyucu Duvar Operasyonu” adı altında Cenin’e gerçekleştirdiği saldırı Filistin halkına karşı işlenen en büyük katliamlardan biri oldu.


     Cenin Katliamı 3 Nisan 2002
 İsrail tankları ile kuşatılan kampın üzerine önce helikopterlerden aralıksız füze yağdırıldı, ardından kampa giren buldozerler evleri yerle bir etti.


Cenin Katliamı’nda hayatını kaybedenlerle ilgili olarak muhtelif rakamlar verilmesine rağmen bu sayının 1300 civarı olduğunu söylemek mümkündür.
İnsan Hakları İzleme ve Uluslararası Af Örgütü’nün raporlarına göre yüzlerce binanın tamamen yok edildiği şehirde binlerce sivil yaralanmış ve 4000 kişi de evsiz kalmıştır. 
Cenin katliamı, 21. yüzyılın ilk toplu kıyım ve imha saldırısı olarak tarihe geçmiştir

İsrail Duvarı

Eski İsrail Başbakanı Ariel Şaron’un gündeme getirmesiyle Filistin’den gelen intihar bombacılarını önlemek amacıyla 760 km’lik duvar örülmesini hedefledi.
Temmuz 2003 de ilk etap olan 110 km uzunluğundaki duvarın yapımı tamamlandı.
Şuan ise 700 km uzunluğundadır.

28 Şubat - 3 Mart 2008
 İsrail’in Gazze Şeridi’ne düzenlediği saldırılarda en az 117 Filistinli hayatını kaybetti, 200 Filistinli de yaralandı. Yaklaşık 800 Filistinlinin evi tahrip edildi.
19 Haziran 2008
    Mısır’ın arabuluculuğunda gerçekleşen müzakereler sonucu Hamas ile İsrail arasında altı aylık ateşkes imzalandı. Hamas roket atmama, İsrail de Gazze’ye yönelik ambargoyu kaldırma ve suikastları durdurma sözü vermişti.
 27 Aralık 2008 Dökme Kurşun Operasyonu
İsrail ordusu karadan, havadan ve denizden abluka altında bulundurduğu Gazze Şeridi’ne yönelik sivil ve askerî hedef ayırt etmeksizin bir hava harekâtı başlattı.
3 Ocak’ta Gazze sınırını geçen tankların da katıldığı harekât 18 Ocak’ta son buldu.
 22 gün süren işgal ve bombardıman sonucunda Gazze Şeridi’nde 355’i çocuk en az 1.500 kişi hayatını kaybetti, 7.000 kişi yaralandı, 4.000 hane yıkıldı.
Eylül 2011
 İsrail'in Gazze Şeridi'nde bir hafta boyunca düzenlediği hava saldırılarında 18 Filistinli yaşamını yitirdi.
13 Mart 2012:
İsrail'in, Gazze Şeridi'nde dört gün boyunca düzenlediği ve 25 Filistinlinin öldüğü operasyonlar sonrasında, taraflar Mısır'ın arabuluculuğunda anlaşmaya vardı.
2014 İsrail Harekatı
   İsrail Savunma Kuvvetlerinin 8 Temmuz 2014 Gazze’ye yönelik başlattığı kara, hava ve deniz operasyonlarına Koruyucu Hat Operasyonu denilmiştir.
      Saldırılarda 530’u çocuk 302’si kadın 2 bin 100’den fazla Filistinli öldü, 10 binden fazla Filistinli de yaralandı. İsrail tarafında ise 64’ü asker 70 İsrailli öldü, 720 İsrailli de yaralandı.
 Şucaiyye Katliamı
   İsrail’in Gazze Şeridi tünellerine yönelik başlatılan “Koruyucu Hat Operasyonu”yla İsrail Savunma Kuvvetlerinin Filistin’in Şucaiyye Mahallesindeki sivillere yönelik yapmış olduğu alçakça saldırıdır.
    Şucaiyye Mahallesine iki defa saldırıda bulunarak 90 sivilin ölümüne ve 200 ‘den fazla sivilin yaralanmasına neden oldu.
01 Nisan 2015
   Filistin, Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (UCM) resmen üye oldu.
25 Haziran 2015
Filistin, UCM’ye İsrail hakkında suç duyurusunda bulundu. Filistin yönetimi, biri İsrail’in son Gazze savaşı diğeri ise yasadışı yerleşim faaliyetleri ile ilgili mahkemeye iki ayrı dosya sunmuştu.

TÜRKİYE İSRAİL İLİŞKİLERİ

İsrail ile yaşanan ilk kriz 1956 yılında Süveyş Kanalının işgali ile yaşanmış olup iki ülke arasındaki diplomatik ilişkiler ilk defa maslahatgüzarlık seviyesine inmiştir ve bu durum 1970 yılına kadar devam etmiştir.
1967 yılında ikinci Arap-İsrail Savaşları ile ilişkiler yeniden gerilmiştir. Türkiye İncirlik Üssü’nü Amerikan uçaklarına kapatarak ve Arap devletlerine silah yardımı noktasında yardımcı olmayarak tarafsız kalmaya çalışmıştır.
1973 yılındaki üçüncü Arap-İsrail Savaşı’nda yine Amerikan uçaklarına izin vermemiş, Rusya’nın hava sahamızı kullanmasına karşı çıkmayarak Arap ülkelerine yapılan yardıma engel oluşturmamıştır.
Filistin Kurtuluş Örgütünün 1988’de ilan ettiği Filistin Devletini Arap ülkelerinden önce tanımıştır.
1982 yılında Lübnan’ı işgal eden İsrail, bu bölgedeki FKÖ içinden destek alan Asala ve pkk ile ilgili Türkiye ile istihbarat paylaşımı içine girmesi, iki devlet arasındaki ilişkileri olumlu yönde etkilemiştir.
Türkiye İsrail ilişkilerinde durağanlaşan dönem 1990’lı yıllardır.
2002 yılında Cenin Kampı’na yapılan saldırıyı dönemim Başbakanı Ecevit “soykırım” olarak değerlendirmiştir.
2004 yılında Hamas lideri Şeyh Ahmed Yasin’in öldürülmesini Başbakan Erdoğan İsrail Devleti’nin yapmış olduğu bu suikastı terör olarak tanımlamıştır.
2006  yılında İsrail, Hamas lideri Halid Meşal’in Ankara’da misafir olmasını Türkiye’nin Hamas Örgütü’nü tanıması şeklinde yorumlamış ve sert eleştirilerde bulunmuştur.

Davos Krizi
İsviçre’nin Davos kasabası 1971’den beri düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu’na ev sahipliği yapmaktadır.
2009 yılında Türkiye Başbakanı Erdoğan’ın Bm Genel Sekreteri Ban Ki Moon’un, Arap Birliği Sekreteri Amr Musa’nın ve İsrail Cumhurbaşkanı Perez’in panelist olarak katıldığı “Gazze: Ortadoğu’da Barış” paneli zirveye damga vurmuştur.


 Medya Etkisi ve Alçak Koltuk Krizi
Türkiye-İsrail İlişkilerinde önemli bir etkiye sahip olan medya, özellikle Türk dizi  ve filmlerinde İsrail’in Filistinlilere  yaptığı sistematik saldırıları zaman zaman eleştirmiştir.
Bu gelişmelerin sonucunda İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı Danny Ayalon’un, Türkiye’nin Tel Aviv Büyükelçisi Oğuz Çelikkol’la görüşmesinde, Çelikkol’u alçak koltukta oturtması, masaya sadece İsrail bayrağını koyması, Çelikkol’un yanında gazetecilere olayın kumpas olduğunu İbranice olarak açıklaması ve Çelikkol’la tokalaşmaması Ankara’da çok sert bir şekilde karşılandı.
Ankara İsrail Büyükelçisi Gabby Levy’i Dışişleri Bakanlığına çağırıp durumdan duyulan hoşnutsuzluğu dile getirip bir özür beklendiğini aksi halde Büyükelçi Çelikkol’un geri çağırılacağını söylemiştir.

Mavi Marmara Saldırısı ve Palmer Raporu
31 Mayıs 2010 tarihinde  abluka altında tutulan Gazze Şeridine insani yardım götürmekte olan Gazze Yardım Filosu’na İsrail silahlı kuvvetlerinin saldırısı sonucu 8 Türkiye, 1 ABD vatandaşı olmak üzere 9 kişinin hayatını kaybetmesi ayrıca çok sayıda insanın yaralanması, Türkiye İsrail ilişkilerini çatışma noktasına getirmiştir.
Saldırının ardından Türkiye Tel Aviv büyükelçisi geri çağırılmış ve ilişkiler maslahatgüzar seviyesine indirilmiştir.
32 ayrı ülkeden 600 civarında kişinin bulunduğu filo kıyıdan 72 mil uzakta, uluslar arası sularda saldırıya uğramıştır.
BM Genel Sekreterliği Soruşturma Paneli başkanı Geoffrey Palmer’in Eylül 2011’de hazırladığı rapora göre İsrail’in kendini savunması hakkına yer vermesi ile Türkiye tarafını tatmin etmediğini söylemiştir.
Ayrıca İsrail’in gemiye çıkmadan önce nihai uyarının yapılmadığı, aşırı ve mantıksız davrandığı, müdahalenin orantısız olduğunu ve yaralananlara ve ölenlerin ailelerine tazminat ödemesinin gerektiğini raporda yer almıştır.
Mavi Marmara saldırısıyla gerilen Türkiye İsrail ilişkilerinin onarılması için İsviçre’de 5 maddelik taslak anlaşması imzalandı.
1-Mavi Marmara için tazminat
2-Büyükelçiler yeniden göreve başlayacak
3-Türkiye davalardan vazgeçecek
4-Hamas’ın Türkiye’deki aktiviteleri sınırlandırılacak
5-Doğalgaz imkanları değerlendirilecek
Türkiye bu haberleri doğruladı ancak sürecin devam ettiğini belirtti.


ARAP-İSRAİL SAVAŞLARI
Mısır ve Suriye’nin İsrail’e karşı sürdürdüğü düşmanlığın yanı sıra devam eden sınır çatışmaları yeni bir savaşı kaçınılmaz kılıyordu.

1967 Savaşı yerel, küçük çaplı ve daha çok su kaynakları için yapılan çatışmaların yol açtığı bir savaş olarak tarihteki yerini almıştır. Savaşa götüren nedenlere bakılırsa; 1949 ateşkes anlaşması ile Celile Gölünün kuzeyindeki stratejik toprakları elinde bulunduran Suriye ve İsrail’in bir güvenlik darboğazına girdiği görülmektedir.


Aynı zamanda Suriye ve İsrail, Ürdün Nehri sularından daha fazla yararlanmanın yollarını aramaya başlamışlardı. Ocak 1964’de Kahire’de toplanan ilk Arap Zirvesinde İsrail’in çabalarına karşılık Ürdün Nehrinin diğer paydaşları olan Suriye, Ürdün ve Lübnan’ın nehir sularını kendi topraklarına çevirmeleri yönünde bir karar alındı.
Ürdün ve Lübnan, İsrail’in bunu savaş sebebi sayacağı endişesi ile bu karar uymadılar.
Suriye tam tersine İsrail’e karşı saldırgan bir tavır sergilerken, Filistinli gerillalara olan desteğini de artırıyordu. Suriye’nin bu tavrında 1966’da darbe ile iktidara gelen Baasçıların rolü yadsınamazdı.
1963 yılından bu yana Suriye’nin İsrail’e karşı topyekûn bir savaş çabasını önlemeye çalışan; Arap devletlerinin ilk önce birliğinin sağlanmasını, sosyalist devrimin yayılmasını, Arap ordularının hazırlanmasını savunan Mısır bu stratejinin Arap dünyasındaki prestijini sarstığını fark edince İsrail ile savaşın kaçınılmaz olduğunu anladı. Cemal Abdül Nasır’ın temel amacı, İsrail karşısında bir zafer kazanarak prestijini sağlamlaştırmaktı.

Böylece Mısır, BM Acil Durum Gücünü Sina’dan çıkarttı, buraya kendi birliklerini yerleştirdi ve Tiran Boğazını İsrail gemilerine kapattı, bu sayede de süreci hızlandırdı. Bu durum, İsrail’de Arap milliyetçiliğini daha büyük bir tehlike olmadan yok etmek isteyen radikallerin yükselişine neden oldu. Filistinli gerillaları kontrol altına alması için baskı yapmak ve 7 Kasım 1966 tarihli Mısır-Suriye ortak savunma paktına katılımını engellemek amacıyla, İsrail ilk olarak Ürdün’e savaş açtı.
13 Kasım 1966 tarihinde İsrail’in yaptığı “Samu Saldırısı” bütün Ortadoğu’da birdenbire gerginliğin patlak vermesine sebep oldu. 12 Kasım 1966 günü bir İsrail zırhlı aracı bir mayına çarpmış ve araçta bulunan 9 askerden 3’ü ölmüş, 6’sı yaralanmıştı. Yola mayın koyma işini, Ürdün’ün Samu kasabasında bulunan El-Fetih tarafından yapıldığına inanan İsrail, 13 Kasım 1966 sabahı, Ürdün’ün iddiasına göre, havadan Mirage uçakları ve karadan da 20 tank tarafından desteklenen bir tugaylık kuvvetle, Hebron güneyindeki 4000 nüfuslu Samu kasabasına saldırmıştır.
BM Genel Sekreteri’nin raporuna göre, İsrail birlikleri Samu’da 135 evi, bir okulu ve bir kliniği yerle bir etmişlerdir. Bir diğer köyde de 15 evi tahrip etmişlerdir. Bu çarpışmalarda 15 Ürdün askeri ile 3 sivil ölmüş ve 37 Ürdün askeri ile 17 sivil yaralanmıştır.
Samu hadisesi Arap dünyasında büyük tepki ile karşılanırken, Güvenlik Konseyi de Ürdün’ün şikâyeti üzerine yaptığı dokuz oturum sonucunda, İsrail’i ağır şekilde suçlayan karar tasarısı, 1 çekimsere (Yeni Zelanda) 14 oyla kabul edildi.
Güvenlik Konseyi’nin 228 (1966) sayılı bu kararı, İsrail’in geniş çaplı askeri harekâtı ile hem BM anlaşmasını hem de mütareke anlaşmalarını ihlal ettiğini söylüyor ve İsrail’in bu şekildeki askeri müdahalelerin müsamaha ile karşılanamayacağını belirtiyordu.
Samu hadisesinde Suriye hariç tüm Arap ülkeleri Ürdün’ün yanında yer aldı. Suriye’ye göre Samu hadisesi, İsrail’in Suriye’ye karşı planladığı saldırıdan dikkatleri başka yöne çekmek için düzenlenmiş bir oyundu.
Ocak 1967’den itibaren İsrail-Suriye sınırlarında çatışmalar artmış ve savaşa kadar gidecek gelişmeler başlamıştı.
7 Nisan 1967 günü meydana gelen İsrail-Suriye çatışması, 1956 yılından bu yana yaşanan çatışmaların en şiddetlisi oldu. Çünkü bu bir hava muharebesi idi. İsrail ile Suriye arasındaki gayri askeri bölgede tarla sürmekte olan İsraillilere Suriye topçusunun ve tanklarının ateş açması üzerine, İsrail kuvvetleri de Suriye mevzilerine saldırdı. Bunun üzerine Suriye MİG uçakları havalandı ve arkasından da İsrail jetleri havalandı.
Yapılan hava muharebesinde, İsrail uçakları hiç kayıp vermeden 6 Suriye MİG uçağını düşürdüler. Suriyeliler ise, kendilerinin 4 MİG uçağı kaybetmesine karşın, İsrail’inde 4 MİRAGE uçağını düşürdüklerini iddia ettiler. Tabii bu hadise de tarafların birbirlerini Güvenlik Konseyi’ne şikâyet etmelerine sebep olmuştur.
Diğer taraftan, İsrail ile Ürdün arasında da Şubat-Mayıs ayları arasında özellikle Hebron (El-Halil) bölgesinde olaylar eksik olmamıştır.
4 Haziran 1967’de başlayan savaşın ilk günlerinde Mısır ve Ürdün ordularının rahatlıkla yenildiğini gören Suriye, savaş öncesi çabalarını savaş sırasında göstermedi.

Sovyet müdahalesinden çekinen İsrail Golan Tepelerine hemen saldırmakta tereddüt etti. Daha sonra Golan Tepelerinin en önemli kenti Küneytre’yi ve Golan Tepeleri’ni 10 Haziran’da ele geçirdi. İsrail altı gün içinde Mısır’ın elinde olan Sina Yarımadası ile Gazze Şeridi’ni, Ürdün’ün elinde bulunan Doğu Kudüs ve Batı Şeria’yı işgal etti.
Bu işgallerle İsrail eskisinden çok daha fazla toprağı kontrol altına alarak, bir milyondan fazla Arap nüfusu barındırma ve Arapların daha da büyüyen düşmanlığı gibi problemlerle karşı karşıya kalacaktı. Bu savaş bölgede yeni bir sayfanın açıldığı tarihtir.
1967 Savaşı bölgeyi derinden etkileyen sonuçlar doğurdu; bölgede sınırlar değişti, İsrail’in sınırları genişlerken yeni mülteciler oluştu.
Mısır bu büyük yenilgiyle bölgedeki Arap liderliğini kaybetti. Pan Arabizm giderek etkisini yitirmeye başladı ve yerini Pan İslamizm ve yeni yeni güçlenen Filistin milliyetçiliği gibi yerel akımlara bıraktı.
1973 Arap-İsrail Savaşı
(Yom Kippur Savaşı)
 1973 Savaşı’nın, bundan önceki Arap-İsrail savaşlarına nazaran iki mühim özelliği ve farklılığı vardır.
 Birincisi, Mısır tarafından başlatılan bu savaşın temel amacı, artık daha öncekilerde olduğu gibi, İsrail’in haritadan silinmesi değil, savaşa katılan bütün Arap ülkeleri için, 1967 savaşında kaybedilen ve İsrail’e kaptırılan toprakların geri alınmasıdır. Bu amaç bugüne kadar da devam edeceği için, bu savaş, Arap-İsrail meselesinde bir dönüm noktası teşkil etmiş olmaktaydı.
İkincisi, 1956 ve 1967 savaşlarına nazaran, 1973 savaşının en büyük farklılığı, İsrail değil, bu sefer Mısır ve Suriye’nin, yani Arapların bir ‘‘sürpriz saldırı’’ ile savaşı başlatmasıdır. Bu sürprizin neticesi ise, insan ve malzeme bakımından, İsrail’le, önceki savaşlardan daha pahalıya mâl olmasıdır. Son bir nokta ise, bilhassa Mısır’ın bu savaşta daha başarılı askeri harekatta bulunmasıdır.
Bölge için dönüm noktası niteliği taşıyan 1967 savaşı sonrası Araplar bu yenilgi nedeni ile İsrail ise kazandıklarından taviz vermemek için barış görüşmeleri yapılamadı ve Filistin sorununa çözüm getirilemedi.
Bu arada bölgenin iki önemli ülkesi olan Mısır ve Suriye’de iktidar değişti. Mısır’da Enver Sedat, Suriye’de Hafız Esad başa geçti.
İsrail stratejik ve askeri üstünlüğüne ve ABD’nin desteğine güvenerek Suriye ve Mısır’ın kendisine karşı savaşma cesaretini gösteremeyeceğini, ama Arapların bu mücadeleden vazgeçmeyeceklerini de çok iyi biliyordu.

Dördüncü Arap-İsrail Savaşı; Mısır, Suriye ve İsrail kuvvetleri arasında oldu. Arap Cephesi'nde; Mısır'ın 325.000,Suriye'nin 112.000'lik kuvvetine karşılık İsrail ortalama 100.000'lik barış mevcudunu kademeli seferberlikle 300.000'e çıkarmak üzere gerekli düzenlemeler yapmıştı.

İsrail'in "Yom Kippur” adı verilen dinsel bayramını kutladığı bir sırada 6 Ekim 1973 günü saat 14.00'te, Mısır ve Suriye kuvvetleri baskın taarruzu ile harekâtı başlattılar.

İsrail, Yahudiler için en kutsal gün olan Yom Kippur gününde ve Müslümanlar için kutsal olan Ramazan ayında bu saldırıyı beklemiyordu.
Saldırının ilk gününde Mısır Süveyş Kanalı’na, Suriye Golan Tepelerine hücum etti. İlk günlerde yenik olan İsrail 10 Ekim’de Suriye birliklerini geri püskürttü.

İsrail hava kuvvetlerinin hâkimiyeti ve Mısır’ın pasif tutumu İsrail’in bütün gücüyle Suriye’ye saldırmasında oldukça etkili oldu.

Araplar, bu savaşın ilk günlerinde elde ettikleri başarıya rağmen, Ortadoğu ve Filistinlilerin kaderini değiştirecek bir sonuç gerçekleştirememişlerdir.
Savaşın tehlikeli boyutlar alması ve giderek doğu-batı çatışmasına dönme ihtimali karşısında BM Güvenlik Konseyi, ABD ve Sovyetler Birliğinin de yoğun diplomatik çabaları ile, 22 Ekim 1973’te 242 Sayılı Kararın uygulanması çağrısını yapan, 338 Sayılı Kararı aldı.

İsrail ile Mısır kararı hemen onayladı. Suriye reddetti. İsrail’de bunu fırsat bilerek Suriye topraklarında daha fazla ilerleme bahanesi yarattı.
Savaşın sonucunda askeri bir zafer kazanmış olan İsrail sarsıldı. Savunma stratejisi çökerken, Mısır ve Suriye’nin ani saldırısıyla caydırıcılık doktrini de çöktü. Aynı zamanda uluslararası toplumda diplomatik açıdan tecrit edilen İsrail, askeri ve ekonomik açıdan ABD’ye daha da bağımlı oldu.
Tüm Arap kuvvetlerinin kaybı 2000 tank, 450 uçaktı. İsrail'inki ise 800 tank ve 115 uçaktı. Kontrol altına alınan arazi bakımından da İsrail avantajlıydı. Suriye cephesinde İsrail, 1967'de kazandığı arazinin de ötesinde topraklara sahip olmuştu. Mısır cephesinde ise, kanalın batısında elde ettiği toprak, Mısır'ın doğuda işgal ettiği topraklardan fazlaydı. İsrail genel kurmay başkanlığının 6 Kasım 1973 günü yaptığı açıklamaya göre, bu savaşta; İsrail’den 1.854 subay ve asker ölmüş ve 1.850 kişide yaralanmıştı. 450 kişide kayıp idi. Mısır ve Suriye 8.000'er kişi kaybettiler.
1973 Savaşı sadece bölgeyi etkilemekle kalmayıp, bütün dünyayı etkileyen bir savaş olmuştur. Savaş esnasında Suudi Arabistan’ın öncülüğünü yaptığı Arap devletleri özellikle ABD ve Hollanda’yı İsrail’e destek oldukları için hedef alarak petrol ambargosu uyguladılar. Bu ambargo Arap devletlerinin petrolü siyasi bir güç ve silah olarak kullanabileceklerinin bir göstergesi oldu.

HAMAS’IN KURULUŞU


1987'de ŞEYH AHMET YASİN, ABDULLAZİZ EL RANTİSİ ve MUHAMMED TAHA tarafından ilk intifanın başlangıcında Mısır'daki Müslüman Kardeşler örgütünün Filistin kanadı olarak kuruldu. 1988'deki siyasi programında, Hamas Filistin'in asla, Müslüman olmayanlar tarafından etrafı çevrilebilecek bir İslam ülkesi olamayacağını ifade etmekte ve Filistinli Müslümanlar için Filistin'in kontrolünü İsrail'den almak adına kutsal bir savaş vermenin dini bir görev olduğunu söylemektedir. Bu tespit, 1988'de İsrail'in var olma hakkını tanıyan Filistin Kurtuluş Örgütünü ile Hamas’ı çatıştırma noktasına getirdi.
Hamas hareketinin kuruluşu ilk olarak 1987 yılında ilan edildi, ancak Filistin’de başka isimler altındaki varlığı 1948 öncesi döneme kadar uzanıyor. Hamas hareketi kendisini Mısır’da 1928 yılında kurulan Müslüman Kardeşler Cemaati’nin uzantısı olarak görüyor. 1987’de kuruluşunu ilan etmeden önce Hamas, ‘İsra toprağındaki murabıtlar (sakinler)’ ve ‘İslami Mücadele Hareketi’ adı altında faaliyet gösteriyordu.
Hamas, Filistin’de Yahudilerin hakkı olduğuna inanmıyor ve Filistin’den kovmaya çalışıyor. 1967 sınırları çerçevesindeki bir ateşkes yolunda bu hakkı kabul etmekte isteksiz değil, ancak dışarıdan gelen Yahudilerin Tarihi Filistin’deki haklarını tanımıyordu. İsrail işgaliyle çekişmesini ‘sınır çekişmesi değil, var oluş çekişmesi’ olarak görüyordu.
İsrail’e, Filistinlileri kendi diyarlarından tehcir etmeyi ve Arap dünyasının birliğini parçalamayı hedefleyen ‘Batılı Siyonist emperyalizm’ projesinin bir parçası olarak bakıyor. Farklı türleri ve şekilleriyle cihadın Filistin toprağının kurtuluşunun yolu olduğunu düşünüyor, İsraillilerle barış müzakerelerini zaman kaybı ve haklardan ödün verme aracı olarak görüyor. Hamas, 1991 Madrid Konferansı sonrası Arapların izlediği barış sürecinin yanlış olduğunu düşünüyor ve 1993 yılında Filistin Kurtuluş Örgütü ile İsrail arasındaki Oslo Anlaşması ve öncesindeki karşılıklı tanımaları, FKÖ’nün sözleşmesinin değiştirilmesini, İsrail devletinin ortadan kaldırılması çağrısı yapan cümle ve ifadelerin çıkarılmasını İsrail’e ödün vermek ve Filistin topraklarındaki varlığını tanımak olarak görüyordu.

HAMAS'IN ASKERİ ÇALIŞMASI


Hamas hareketinin askeri çalışması kendi ifadesiyle ‘kapsamlı bir Arap ve İslam özgürlük projesinin yokluğunda Siyonist proje ile mücadele etme amaçlı’ stratejik bir eğilimi temsil ediyor. Hareket askeri çalışmanın, amaçlar gerçekleşene kadar çekişmenin korunun yanmasının ve ‘Arap ve İslam dünyasında yayılmacı Siyonist’ genişlemenin engellenmesinin aracı olduğuna inanıyor. Yahudilerle inanç farklılığı yüzünden değil, Filistin’i işgal ettikleri için anlaşamadıklarını söylememektedirler. Hamas, askeri kanadı İzzeddin El Kassam Tugayları kanalıyla birçok askeri eylem yaptı ve fedai (şehadet/intihar) eylemleri Filistin içine yansıyan uluslararası tartışmaları körükledi. Eylül 2000’de başlayan ve Aksa İntifadası adıyla da bilinen Birinci İntifada'da temel rol oynadı. Hamas, 1987’de çıkan Birinci İntifada'nın da baş aktörüydü
Hamasın örgütsel temelleri 1948'de Müslüman Kardeşler cemaatinin lideri İmam Hasan el-Benna'nın Filistin topraklarına, Siyonistlere karşı mücadeleye katılmaları için gönderdiği gençler tarafından atılmıştır. Bu gençler bir yandan Filistin'de işgalcilere karşı gerilla savaşlarına katıldıkları gibi bir yandan da bu topraklarda Müslüman Kardeşler cemaatinin temellerini atmışlardır. Bu cemaat Filistin'de o zaman İslami Hareket olarak şekillenmiş ve o şekilde yayılmıştır. Bugün de 1948'de işgal edilmiş topraklarda yine İslami Hareket adıyla faaliyet yürütmektedir. İşte o zaman Müslüman Kardeşler 'in Filistin kanadı durumundaki İslami Hareket, Gazze ve 7 Aralık 1987'de işgalcilerden birinin Filistinli işçileri taşıyan bir araca kasten çarparak 8 işçinin ölmesine, birçok işçinin de yaralanmasına sebep olması üzerine Siyonist işgale karşı fiili mücadelenin başlatılması kararlaştırıldı 7 Aralık 1987'de işgalcilerden birinin Filistinli işçileri taşıyan bir araca kasten çarparak 8 işçinin ölmesine, birçok işçinin de yaralanmasına sebep olması üzerine Siyonist işgale karşı fiili mücadelenin başlatılması kararlaştırıldı

Batı Yaka  bölgelerinde Filistin İslami Direniş Hareketi (Hareketu'l-Mukavemeti'l-İslamiyyeti'l-Filistiniyye - kısa adıyla HAMAS) adlı bir teşkilatla direnişi yönetme ve yönlendirme kararı aldı. İşte HAMAS adı bu gelişmeyle birlikte duyulmaya başlandı. Tabii hareketin kökü bayağı geriye dayandığından ve potansiyel gücü yıllar süren çalışmalarla hazırlandığından çok kısa bir süre içinde oldukça geniş bir alana yayılmayı, mücadelesini bir iki gün içinde 1967'de işgal edilmiş toprakların tamamına yaymayı başarabildi. Eğer ki biri birden ortaya çıkmış olsaydı bunu başarması mümkün değildi.

Hamas'ın temel ilkelerinin başında, meselelerin çözümünü İslam'da aramak gelmektedir. Bu yöndeki ilkesini "Çözüm İslam'dır" sloganıyla sık sık vurgulamaktadır.
Hamasın ikinci temel ilkesi de Filistin topraklarının bir bütün halinde İslam toprağı olduğu ve bu topraklardan hiçbir şekilde taviz verilmesinin söz konusu olamayacağı ilkesidir. Bu temel ilkesinden dolayı Filistin topraklarının bir bölümünü İsrail işgal devletine bırakmayı kabul eden anlaşmalara hiçbir şekilde sıcak bakmamış, bu anlaşmaların kabul edilemez olduğunu vurgulamıştır Hamas'ın bu ilkesine göre Siyonistlerin 1948'de işgal etmiş oldukları topraklar üzerindeki hakimiyetleri de gayri meşrudur, hiçbir şekilde meşru bir hakimiyet olarak kabul edilemez.
Hamasın üçüncü temel ilkesi ise Filistin toprakları üzerindeki gayri meşru Siyonist işgal sona erinceye kadar mücadele ve direnişin Filistin halkının meşru bir hakkı olduğu prensibidir. Ayrıca HAMAS, Siyonist işgalcilerin şimdiye kadar izledikleri politikalarında, «barış" kavramını sadece dünya kamuoyunu yanıltma amacıyla kullandıklarını ve kendi hakimiyetlerini sürdürmek için sürekli kuvvet metoduna başvurduklarını, dolayısıyla onların anladıkları tek dilin kuvvet dili olduğunu vurgulamaktadır.

Bu örgütün temelleri, 1964’te Kahire'de toplanan Arap Zirvesi'nde atıldı. 29 Mayıs 1964 tarihinde Filistin Ulusal Konseyin toplanmasının ardından 2 Haziran 1964 tarihinde Filistin Kurtuluş Örgütü kuruldu. Örgüt Arap devletleri arasında bir liderlik savaşı yüzünden Filistinliler tarafından değil ,Arap devletleri  tarafında özellikle de Mısır devlet başkanı  Abdülnasır'ın yoğun desteği ile kuruldu.
FKÖ'nün kurumsallaşması aşamasında Arap devletleri Filistinlileri mücadele yönünde yetiştirmek amacıyla askeri okullarına alma talebinde bulundular, ayrıca teşkilatın finansmanı için bir Filistin Milli Fonu oluşturuldu. Arap devletlerinde FKÖ'nün ofisleri açıldı ve o sıralarda Gazze ve Sina'da üslenecek bir Filistin Kurtuluş Ordusu kuruldu.

Bir anlamda Filistin davasının siyasal temsilcisi olan ve çok sayıda Filistinli örgütü bir çatı altında toplayan FKÖ, 1967 Arap-İsrail Savaşı'nda etkinliğini artırdı. 1968 yılında yapılan Filistin Ulusal Konseyi'nin dördüncü toplantısında FKÖ yeniden örgütlendi. Silahlı gruplar üye yapılırken, sözleşme yeniden gözden geçirildi ve Filistin Kurtuluş Ordusu'nun askeri kanadı kuruldu.
FKÖ'nün en önemli organı Filistin parlamentosuna eş değer olan Ulusal Konsey'dir. Üyeler, Konsey'in mevcut kurulu, askeri gruplar, Filistin birlikleri, meslek örgütleri ve önde gelen Filistinlileri görüşmeleriyle belirlenmektedir. Konsey, FKÖ'nün siyasetini ve programlarını oluşturan en üst kuruldur.
FKÖ şemsiyesi altında bulunan gruplar içindeki en büyük örgüt olan El Fetih'in lideri Yaser Arafat 1969'da FKÖ Yürütme Kurulu Başkanlığı'na getirildi. Arafat yönetimi1973 yılından itibaren diplomasiye ağırlık vererek FKÖ'ye sürgün hükümeti niteliği kazandırdı
Filistinlilerin tek meşru temsilcisi olarak tanındı. 1980'li yılların başlarına kadar FKÖ pek çok değişik grubu bünyesinde taşıyor olmasına rağmen Filistin davasının önde gelen örgütü olma özelliğini korudu. Örgütün merkezi 1967 savaşından sonra Ürdün'e, 1970'te Lübnan'a ve 1982 yılında İsrail'in Lübnan'ı işgaliyle Tunus'a taşındı.
FKÖ Başkanı Arafat, Aralık 1988'de FKÖ adına terörizmi kınadığını açıklayan bir konuşma yaptı. Bunun üzerine ABD bu açıklamanın, El Fetih, Güç17, Havari Grubu, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi ve Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi gibi örgütleri de bağladığını düşündü. Fakat ABD ile FKÖ arasındaki diyalog FHKC'nin 30 Mayıs 1990'da İsrail kıyılarına saldırmasıyla bozuldu.
1991'deki Körfez Savaşı sırasında , Saddam Hüseyin'in Kuveyt'i işgaline tam destek vererek tüm dünya kamuoyunu şaşırttı. Bunun sonucunda savaşın ardından Kuveyt'teki tüm Filistinliler Kuveyt'ten atıldılar.

1994 yılında yapılan Gazze-Eriha Anlaşması ve Eylül 1995'te yapılan2.osloAnlaşmasıı'yla İsrail Gazze Şeridi'nin tamamına yakınının, Batı Şeria'nın ise bazı bölgelerinin yönetimini Filistin Otoritesi'ne bıraktı. 1996yılının Ocak ayında yapılan seçimlerin sonucunda 88 üyeli Filistin Otoritesi Konseyi oluşturuldu. Ayrıca seçimlerin sonunda Arafat Filistin Otoritesi'nin başkanı olarak göreve başladı. Filistin Otoritesi kabinesi 23 bakanlıktan oluşuyordu fakat önemli kararları alma yetkisi Arafat'a aitti. Ayrıca hükümette önemli pozisyonlar el-Fetih üyelerine verildi. FKÖ, bugün devam eden varlığı ile Filistin Ulusal Otoritesi'ni yürüten siyasal bir parti gibi işlev görmektedir.

BİRİNCİ İNTİTAFADA
Birinci İntifada (ayaklanma) veya Birinci Filistinli İntifada, İsrail’in, aralık 1987’den 1993Oslo anlaşmasını imzalanmasına kadar süren, Filistin topraklarını  ele geçirmesine karşı, Filistinlilerin ayaklanmasıdır] Ayaklanma 9 Aralıkta Cebeliye mülteci kampında başladı. Gittikçe yükselen tansiyon, ölen Filistinli ve İsrailliler ve son olarak İsrail ordusuna ait bir aracın dört Filistinli ’ye çarpıp öldürmesi, ayaklanmayı ateşledi . Aracın dört Filistinliye kasıtlı çarptığı söylentisi hızlı bir şekilde Gazze’de, Batı Şeria’da ve Doğu Kudüs’te yayıldı . Genel grev, Gazze ve Batı Şeria’daki İsrailli kurumları boykot, ordu emirlerine karşı sivil itaatsizlik, İsrail yerleşkelerinde çalışmamak, İsrail ürünlerini satın almamak, vergi vermemek, Filistinli araçları İsrail ehliyetleriyle kullanmayı reddetmek, grafitiler yapmak, barikatlar kurmak ] ve Filistin sınırları içindeki İsrail’e ait askeri binalara taş ve Molotof kokteyli atmak, ayaklanma sürecinde gerçekleşen eylemlerdi. Buna cevaben, İsrail, ayaklanmaları durdurmak için 80.000 askeri mobilize etti. Çocuk haklarını dünya çapında savunan “Save the Children” raporuna göre ilk iki yıl boyunca, 18 yaş altı bütün Filistinlilerin 7% si ateşlenen silahlardan, dayaklardan veya göz yaşartıcı gazdan dolayı yaralandı.
HAMAS’ın önderlik ettiği direniş hareketinin başında, hareketin beyni olan bir şahsiyet mevcuttu; Şeyh Ahmed Yasin… Kafasının haricinde bütün vücudu felç olan Ahmed Yasin, ürettiği fikirler ile işgal devletinin korkulu rüyası olunca 1989 senesinde tutuklanmıştır. İşgal devleti onu hapiste bir süre tuttuktan sonra göstermelik bir mahkemeye çıkarmış ve kendisine 15 sene hapis cezası verilmiştir. Ahmed Yasin meşru olmayan bir devletin mahkemesinin de meşru olamayacağını mahkemede şu şekilde haykırmıştır: “Bu mahkeme beni kanuni olarak yargılama hakkına sahip değildir. Çünkü bu mahkeme işgalciler tarafından kurulmuştur. Dolayısıyla tamamen gayrı meşrudur”
İşgal devletinin intifadaya karşı tutumu sert oldu. Kurulduğu günden o güne kadar devam ettirdiği zulüm ve baskı politikasını daha da artırarak devam ettiren Siyonist devlet, intifadanın önünü kesmek için toplu tutuklamalara başvurdu ancak başarılı olamadı. Bunun üzerine intifadanın simgesi haline gelen sapan taşlı çocuklar, kol ve bacak kemiklerinin kırılması ile karşı karşıya kaldı. Bu vahşete medeni dünyadan müdahale edilmeyince daha da cesaretlenen işgalciler, duvarlarında intifada ile alakalı yazı bulunan evleri yıkma faaliyetine giriştiler. Bütün bu girişimler azimle davalarını sahiplenen HAMAS mensuplarını yıldırmayınca işgal devleti hareketin beyinlerini ortadan kaldırma planını terör devletinin sacayaklarından biri olan MOSSAD’a havale etti. MOSSAD’ın suikastları sonucu HAMAS’ın birçok yetkilisi şehit edildi. Bu şehitlerden en mühimi Dr. Fethi Şikaki’dir. İslami Cihat Hareketi’nin lideri olan Şikaki, Malta’da iken MOSSAD ajanlarının suikast sonucu şehit edilmiştir. Ancak Hakk’ın rızası için hareket eden Filistin Direniş Hareketi’nin mensupları, lider çıkarma hususunda sıkıntı çekmemişler her şehidin yerine daha iyi bir nefer doldurmuştur
Arapça kelime anlamı 'ayaklanma' olan intifada, ufak çaplı ayaklanmalardan ziyade büyük çaplı ayaklanmalar için kullanılmıştır.

Yaşanan olaylara karşı aniden uyanış, başkaldırı ve isyan anlamına da gelen intifada Filistin  sorununda ortaya çıkarttığı sonuçlar açısından önemli bir yere sahiptir.
Kademeli bir şekilde Filistin topraklarındaki yerleşim yerlerini arttıran İsrail, Filistin halkı üzerindeki baskısını arttırmak suretiyle kontrolünü kaybetmemek istiyordu
Temelinde İsrail'in Filistin yerleşim yerlerini işgal etmesi yatsa da, Birinci İntifada'nın arka planı olarak niteleyebileceğimiz olaylar zinciri, 8 Aralık 1987 yılına gelene kadar Filistin halkının iyice dolmasına sebep oldu
4 Aralık 1986, Birzeit Üniversitesi'nin kampüsünde iki Filistinli genç İsrail askerleri tarafından vuruldu.
Bu olay haricinde yaşanan tutuklamalar, gençlerin kelepçelenerek işkenceye maruz bırakılması, tutuklu ve aktivistlerin hücrelerde kötü şartlar altında yaşam mücadelesi vermesi, 87 yılının başlarında protesto gösterilerinin artmasını sağladı.
Gösteriler artarken, Han Yunus şehrinde yaşayan Filistinli küçük bir çocuk İsrail askerleri tarafından vurularak öldürüldü.
Yaşanan bu acı olayın akabinde İsrail'in tutuklulardan sorumlu teğmeni Ron  Tal, Gazze 'de Filistinliler tarafından öldürüldü. Karşılıklı ölümler sonrasında İsrail,  Kurban Bayramı'nda 3 günlük sokağa çıkma yasağı ilan etti.
Tarihler 8 Aralık 1987'yi gösterdiğinde ise Cebaliye Mülteci Kampı'nda başlayan gerginlik, İsrail Ordusu'na ait aracın Filistinlileri taşıyan araca çarpmasıyla tırmandı. Ve Birinci İntifanın başlangıç tarihi belli oldu.
Yaşanan olayda 4 Filistinli hayatını kaybederken 7 Filistinli de ciddi şekilde yaralandı. Aracın kasıtlı bir şekilde hızlandığı ve Filistinlilere çarptığı söylentileri ise başta Gazze olmak üzere, Batı Şeria ve Doğu Kudüs'te hızla yayıldı.
İşten çıkıp evlerine dönen Filistinlilerin şahit olduğu olay, bir anda kitlesel gösterilere dönüşmüştü. Hayatlarını kaybeden Filistinlilerin cenazeleri 10.000'i aşkın Filistinli tarafından sloganlar eşliğinde taşındı.

Genel grev, İsrail kurumlarına taş ve molotof kokteylleriyle saldırı, İsrail mallarının boykotu ve mahallelere barikatlar kurmak gibi eylemler yapıldı.

İsrail, isyanı bastırmak için 80.000 askerini isyan bölgelerine kaydırdı.

 İsrail askerlerinin isyan bölgelerine kaydırılması Filistin halkının daha çok öfkelenmesi demekti. Hemen hemen her sokakta İsrail askerleri ile Filistin halkı arasında çatışmalar yaşanıyordu.
Ayaklanmanın 5. haftasına girilirken 35 Filistinli hayatını kaybetmiş, 1200'den fazla Filistinli de yaralanmıştı. Yaşanan ölümler ayaklanmanın bastırılmasından çok, şiddetlenmesine sebebiyet veriyordu.
Aralık 87'de başlayan Birinci İntifada, Eylül 93'te FKÖ lideri Yaser Arafat ve İsrail Başbakanı İzak Rabin'in Oslo Anlaşması'nı imzalamasıyla sona erdi.

6 yıl süren Birinci İntifada'da İsrail askerleri 1087 Filistinliyi öldürdü. 120.000'den fazla Filistinli de tutuklandı.

İKİNCİ İNTİFADA
 Ariel Şaron Kudüs'ü ziyaret etmiştir. Bu ziyaret, Şaron’dan nefret eden Filistinlilerin protestolarını da tetikledi. Şaron ve beraberindekiler bölgeyi terk etme aşamasındayken 200-300 kişilik bir grup tarafından taşlanmaya başlandı. Sayıları gittikçe artan protestocular, ağlama duvarında ibadet eden Yahudilere yönelik taşlı saldırılara da başlayarak şiddetin seviyesini artırdılar ve ateşli silahlar kullanarak bir İsrail polisini öldürdüler. Göstericilere her zamanki gibi daha yoğun bir ateşle müdahale eden İsrail askerleri ise 4 Filistinliyi öldü .Filistinlilerin protestoları ertesi gün Batı Şeria’daki diğer bölgelere, bir sonraki gün İsrail içindeki Arap bölgelerine yayıldı. Filistinli ve İsrailli sivil göstericilere her iki tarafın güvenlik güçlerinin de katılması ve eskisinden farklı olarak ateşli silahların daha yoğun kullanılması tansiyonu iyice yükseltti. İsrail ordusu, çatışmalara müdahalede kullandığı şiddetin seviyesini taarruz helikopterlerini ve tankları kullanmak suretiyle daha da artırdı.
Çatışmaların üçüncü gününde, iki ateş arasında kalan Filistinli silahsız bir baba ve oğlunun kendilerini ateşten korumaya çalışırken İsrail askerlerinin doğrudan ateşine maruz kalmaları ve 12 yaşındaki oğlunun babasının tüm çabasına rağmen TV kameralarının önünde öldürülmesi, Filistin toplumunu çileden çıkardı ve yıllarca sürecek olan ikinci İntifadanın daha ilk ayında, Filistin Kızılay’ının belirlemelerine göre, 1938 kişi gerçek mermilerle, 3810 kişi ise kauçuk kaplı çelik mermilerle yaralandı. ABD’li üç doktordan oluşan İnsan Hakları Savunucusu Doktorlar Ekibinin yerinde yaptığı incelemede, bu yaralanmaların yarısından fazlasının baş bölgesinden, diğerlerinin büyük çoğunluğunun ise arka bölgeden olduğu tespit edilmiştir. El-Aksa intifadasında 3500’ün üzerinde Filistinli öldü. Bunların 663’ü 17 ve daha küçük yaşlardaydı. İntifadanın, diğer ismiyle El-Aksa intifadasının başlangıcı oldu.
İntifadanın birinci ayına denk gelen ekim ayı sonunda ilk bombalı intihar saldırısı dalgası başladı ve 2000 yılı sonuna kadar Hamas ve Filistin İslami Cihat örgütlerinin militanları tarafından askerî hedeflere yönelik toplam dört saldırı meydana geldi. Karşılıklı şiddet nedeniyle yıl sonuna kadar İsrailli 21 asker ve 22 sivil ölürken, 300’den fazla kişi yaralandı. Buna karşılık İsrail askerleri ve yerleşimciler tarafından 300’den fazla Filistinli öldürülürken, 12.000’den fazla kişi yaralandı. 23. 28 Eylül 2000, Ariel Şaron'un Mescid-i Aksa ziyareti sonrasında başlayan İkinci İntifada, 11 Kasım 2004 tarihinde FKÖ lideri Yaser Arafat'ın hayatını kaybetmesiyle gerileme dönemine girdi.

2000 yılına girildiğinde Likud Partisi lideri ve Başbakan adayı Ariel Şaron'un Mescid-i Aksa ziyareti tansiyonu yeniden yükseltti. 1000 korumayla Mescid-i Aksa ziyaretini gerçekleştiren Şaron, İkinci İntifada'nın başlamasına sebebiyet verdi.
Yahudiler için en kutsal yer olarak bilinen Tapınak Tepesi ziyareti sırasında sarf ettiği; 'Tapınak Tepesi ellerimizdedir ve ellerimizde de kalacaktır. Yahudilerin en kutsal mekanlarından biri olarak, burayı ziyaret etmek her Yahudinin hakkıdır.' sözleri Filistinliler tarafından provokasyon olarak nitelendirildi.
Çatışmaların ikinci gününde yaşanan ve 12 yaşındaki masum çocuk Muhammed el Durra'nın ölümüyle sonuçlanan acı olay ise isyanın simgesi olmuştu.
El-Burey mülteci kampında başlayan çatışmaların arasında kalan baba oğul kurşunların hedefi olmaktan kaçamamış ve 12 yaşındaki Muhammed el Durra babasının kucağında hayata gözlerini yummuştu.
Uluslararası Af Örgütü'ne göre ayaklanmanın ilk günlerinde İsrail polisi ve ordusunun kullandığı mermi sayısı 1.3 milyondu

28 Eylül 2000, Ariel Şaron'un Mescid-i Aksa ziyareti sonrasında başlayan İkinci İntifada, 11 Kasım 2004 tarihinde FKÖ lideri Yaser Arafat'ın hayatını kaybetmesiyle gerileme dönemine girdi.
Takvimler 8 Şubat 2005'i gösterdiğinde ise İsrail'in çekilme kararı almasıyla sona erdi.
 Birinci İntifada'dan farksız, hatta daha şiddetli yaşanan İkinci İntifada'da da 5103 Filistinli ve 1031 İsrailli hayatını kaybetti.

8 Temmuz 2014 tarihinde ise İsrail'in Gazze'ye yönelik 'Koruyucu Hat Operasyonu' adını verdiği saldırıları nedeniyle Hamas tarafından Üçüncü İntifada çağrıları yapıldı
İsrail'in yoğun saldırıları nedeniyle geneli sivil olmak üzere toplamda 2100 Filistinli hayatını kaybederken, 11.000'e yakın Filistinli de yaralandı.
Yaşanan tüm bu acıların ardından geçtiğimiz günlerde 'Roş Aşana' tatili nedeniyle yaşanan gerilim, Üçüncü İntifada'nın ayak sesleri diye yorumlandı.


Yahudiler tarafından yılbaşı olarak kabul edilen ve bayram olarak kutlanan 'Roş Aşana' nedeniyle Mescid-i Aksa'ya girişlerin yasaklanması, ayrıca Mescid-i Aksa'yı ziyaret etmek isteyen 40 Yahudi için alınan güvenlik önlemleri sonrasında yaşanan gerilim, İsrail askerlerinin Mescid-i Aksa içinde plastik mermi ve biber gazı kullanmasına sebep olmuştu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder