FİLİSTİN
İSRAİL
İSRAİL
FİLİSTİN ÇATIŞMALARI
TÜRKİYE
İSRAİL İLİŞKİLERİ
FİLİSTİN
İSRAİL ÇATIŞMALARI
29 MART 2002 Koruyucu Duvar Operasyonu
İsrail,
1967’deki Altı Gün Savaşı’ndan bu yana en büyük askeri operasyonunu başlattı.
İsrail
askerlerinin “Koruyucu Duvar Operasyonu” adı altında Cenin’e gerçekleştirdiği
saldırı Filistin halkına karşı işlenen en büyük katliamlardan biri oldu.
Cenin Katliamı 3 Nisan 2002
İsrail tankları ile kuşatılan kampın üzerine
önce helikopterlerden aralıksız füze yağdırıldı, ardından kampa giren
buldozerler evleri yerle bir etti.
Cenin
Katliamı’nda hayatını kaybedenlerle ilgili olarak muhtelif rakamlar verilmesine
rağmen bu sayının 1300 civarı olduğunu söylemek mümkündür.
İnsan
Hakları İzleme ve Uluslararası Af Örgütü’nün raporlarına göre yüzlerce binanın
tamamen yok edildiği şehirde binlerce sivil yaralanmış ve 4000 kişi de evsiz
kalmıştır.
Cenin
katliamı, 21. yüzyılın ilk toplu kıyım ve imha saldırısı olarak tarihe
geçmiştir
İsrail
Duvarı
Eski
İsrail Başbakanı Ariel Şaron’un gündeme getirmesiyle Filistin’den gelen intihar
bombacılarını önlemek amacıyla 760 km’lik duvar örülmesini hedefledi.
Temmuz
2003 de ilk etap olan 110 km uzunluğundaki duvarın yapımı tamamlandı.
Şuan
ise 700 km uzunluğundadır.
28
Şubat - 3 Mart 2008
İsrail’in Gazze Şeridi’ne düzenlediği
saldırılarda en az 117 Filistinli hayatını kaybetti, 200 Filistinli de
yaralandı. Yaklaşık 800 Filistinlinin evi tahrip edildi.
19
Haziran 2008
Mısır’ın arabuluculuğunda gerçekleşen
müzakereler sonucu Hamas ile İsrail arasında altı aylık ateşkes imzalandı.
Hamas roket atmama, İsrail de Gazze’ye yönelik ambargoyu kaldırma ve
suikastları durdurma sözü vermişti.
27 Aralık 2008 Dökme Kurşun Operasyonu
İsrail
ordusu karadan, havadan ve denizden abluka altında bulundurduğu Gazze Şeridi’ne
yönelik sivil ve askerî hedef ayırt etmeksizin bir hava harekâtı başlattı.
3
Ocak’ta Gazze sınırını geçen tankların da katıldığı harekât 18 Ocak’ta son
buldu.
22 gün süren işgal ve bombardıman sonucunda
Gazze Şeridi’nde 355’i çocuk en az 1.500 kişi hayatını kaybetti, 7.000 kişi
yaralandı, 4.000 hane yıkıldı.
Eylül
2011
İsrail'in Gazze Şeridi'nde bir hafta boyunca
düzenlediği hava saldırılarında 18 Filistinli yaşamını yitirdi.
13
Mart 2012:
İsrail'in,
Gazze Şeridi'nde dört gün boyunca düzenlediği ve 25 Filistinlinin öldüğü
operasyonlar sonrasında, taraflar Mısır'ın arabuluculuğunda anlaşmaya vardı.
2014
İsrail Harekatı
İsrail Savunma Kuvvetlerinin 8 Temmuz 2014
Gazze’ye yönelik başlattığı kara, hava ve deniz operasyonlarına Koruyucu Hat
Operasyonu denilmiştir.
Saldırılarda 530’u çocuk 302’si kadın 2
bin 100’den fazla Filistinli öldü, 10 binden fazla Filistinli de yaralandı.
İsrail tarafında ise 64’ü asker 70 İsrailli öldü, 720 İsrailli de yaralandı.
Şucaiyye Katliamı
İsrail’in Gazze Şeridi tünellerine yönelik
başlatılan “Koruyucu Hat Operasyonu”yla İsrail Savunma Kuvvetlerinin
Filistin’in Şucaiyye Mahallesindeki sivillere yönelik yapmış olduğu alçakça
saldırıdır.
Şucaiyye Mahallesine iki defa saldırıda
bulunarak 90 sivilin ölümüne ve 200 ‘den fazla sivilin yaralanmasına neden
oldu.
01
Nisan 2015
Filistin, Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne
(UCM) resmen üye oldu.
25
Haziran 2015
Filistin,
UCM’ye İsrail hakkında suç duyurusunda bulundu. Filistin yönetimi, biri
İsrail’in son Gazze savaşı diğeri ise yasadışı yerleşim faaliyetleri ile ilgili
mahkemeye iki ayrı dosya sunmuştu.
TÜRKİYE
İSRAİL İLİŞKİLERİ
İsrail
ile yaşanan ilk kriz 1956 yılında Süveyş Kanalının işgali ile yaşanmış olup iki
ülke arasındaki diplomatik ilişkiler ilk defa maslahatgüzarlık seviyesine
inmiştir ve bu durum 1970 yılına kadar devam etmiştir.
1967
yılında ikinci Arap-İsrail Savaşları ile ilişkiler yeniden gerilmiştir. Türkiye
İncirlik Üssü’nü Amerikan uçaklarına kapatarak ve Arap devletlerine silah
yardımı noktasında yardımcı olmayarak tarafsız kalmaya çalışmıştır.
1973
yılındaki üçüncü Arap-İsrail Savaşı’nda yine Amerikan uçaklarına izin vermemiş,
Rusya’nın hava sahamızı kullanmasına karşı çıkmayarak Arap ülkelerine yapılan
yardıma engel oluşturmamıştır.
Filistin
Kurtuluş Örgütünün 1988’de ilan ettiği Filistin Devletini Arap ülkelerinden
önce tanımıştır.
1982
yılında Lübnan’ı işgal eden İsrail, bu bölgedeki FKÖ içinden destek alan Asala
ve pkk ile ilgili Türkiye ile istihbarat paylaşımı içine girmesi, iki devlet
arasındaki ilişkileri olumlu yönde etkilemiştir.
Türkiye
İsrail ilişkilerinde durağanlaşan dönem 1990’lı yıllardır.
2002
yılında Cenin Kampı’na yapılan saldırıyı dönemim Başbakanı Ecevit “soykırım”
olarak değerlendirmiştir.
2004
yılında Hamas lideri Şeyh Ahmed Yasin’in öldürülmesini Başbakan Erdoğan İsrail
Devleti’nin yapmış olduğu bu suikastı terör olarak tanımlamıştır.
2006 yılında İsrail, Hamas lideri Halid Meşal’in
Ankara’da misafir olmasını Türkiye’nin Hamas Örgütü’nü tanıması şeklinde
yorumlamış ve sert eleştirilerde bulunmuştur.
Davos
Krizi
İsviçre’nin
Davos kasabası 1971’den beri düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu’na ev sahipliği
yapmaktadır.
2009
yılında Türkiye Başbakanı Erdoğan’ın Bm Genel Sekreteri Ban Ki Moon’un, Arap
Birliği Sekreteri Amr Musa’nın ve İsrail Cumhurbaşkanı Perez’in panelist olarak
katıldığı “Gazze: Ortadoğu’da Barış” paneli zirveye damga vurmuştur.
Medya Etkisi ve Alçak Koltuk Krizi
Türkiye-İsrail
İlişkilerinde önemli bir etkiye sahip olan medya, özellikle Türk dizi ve filmlerinde İsrail’in Filistinlilere yaptığı sistematik saldırıları zaman zaman
eleştirmiştir.
Bu
gelişmelerin sonucunda İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı Danny Ayalon’un,
Türkiye’nin Tel Aviv Büyükelçisi Oğuz Çelikkol’la görüşmesinde, Çelikkol’u
alçak koltukta oturtması, masaya sadece İsrail bayrağını koyması, Çelikkol’un
yanında gazetecilere olayın kumpas olduğunu İbranice olarak açıklaması ve
Çelikkol’la tokalaşmaması Ankara’da çok sert bir şekilde karşılandı.
Ankara
İsrail Büyükelçisi Gabby Levy’i Dışişleri Bakanlığına çağırıp durumdan duyulan
hoşnutsuzluğu dile getirip bir özür beklendiğini aksi halde Büyükelçi
Çelikkol’un geri çağırılacağını söylemiştir.
Mavi
Marmara Saldırısı ve Palmer Raporu
31
Mayıs 2010 tarihinde abluka altında
tutulan Gazze Şeridine insani yardım götürmekte olan Gazze Yardım Filosu’na
İsrail silahlı kuvvetlerinin saldırısı sonucu 8 Türkiye, 1 ABD vatandaşı olmak
üzere 9 kişinin hayatını kaybetmesi ayrıca çok sayıda insanın yaralanması,
Türkiye İsrail ilişkilerini çatışma noktasına getirmiştir.
Saldırının
ardından Türkiye Tel Aviv büyükelçisi geri çağırılmış ve ilişkiler
maslahatgüzar seviyesine indirilmiştir.
32
ayrı ülkeden 600 civarında kişinin bulunduğu filo kıyıdan 72 mil uzakta,
uluslar arası sularda saldırıya uğramıştır.
BM
Genel Sekreterliği Soruşturma Paneli başkanı Geoffrey Palmer’in Eylül 2011’de
hazırladığı rapora göre İsrail’in kendini savunması hakkına yer vermesi ile
Türkiye tarafını tatmin etmediğini söylemiştir.
Ayrıca
İsrail’in gemiye çıkmadan önce nihai uyarının yapılmadığı, aşırı ve mantıksız
davrandığı, müdahalenin orantısız olduğunu ve yaralananlara ve ölenlerin
ailelerine tazminat ödemesinin gerektiğini raporda yer almıştır.
Mavi
Marmara saldırısıyla gerilen Türkiye İsrail ilişkilerinin onarılması için
İsviçre’de 5 maddelik taslak anlaşması imzalandı.
1-Mavi
Marmara için tazminat
2-Büyükelçiler
yeniden göreve başlayacak
3-Türkiye
davalardan vazgeçecek
4-Hamas’ın
Türkiye’deki aktiviteleri sınırlandırılacak
5-Doğalgaz
imkanları değerlendirilecek
Türkiye
bu haberleri doğruladı ancak sürecin devam ettiğini belirtti.
ARAP-İSRAİL
SAVAŞLARI
Mısır
ve Suriye’nin İsrail’e karşı sürdürdüğü düşmanlığın yanı sıra devam eden sınır
çatışmaları yeni bir savaşı kaçınılmaz kılıyordu.
1967
Savaşı yerel, küçük çaplı ve daha çok su kaynakları için yapılan çatışmaların
yol açtığı bir savaş olarak tarihteki yerini almıştır. Savaşa götüren nedenlere
bakılırsa; 1949 ateşkes anlaşması ile Celile Gölünün kuzeyindeki stratejik
toprakları elinde bulunduran Suriye ve İsrail’in bir güvenlik darboğazına
girdiği görülmektedir.
Aynı
zamanda Suriye ve İsrail, Ürdün Nehri sularından daha fazla yararlanmanın
yollarını aramaya başlamışlardı. Ocak 1964’de Kahire’de toplanan ilk Arap
Zirvesinde İsrail’in çabalarına karşılık Ürdün Nehrinin diğer paydaşları olan
Suriye, Ürdün ve Lübnan’ın nehir sularını kendi topraklarına çevirmeleri
yönünde bir karar alındı.
Ürdün
ve Lübnan, İsrail’in bunu savaş sebebi sayacağı endişesi ile bu karar
uymadılar.
Suriye
tam tersine İsrail’e karşı saldırgan bir tavır sergilerken, Filistinli
gerillalara olan desteğini de artırıyordu. Suriye’nin bu tavrında 1966’da darbe
ile iktidara gelen Baasçıların rolü yadsınamazdı.
1963
yılından bu yana Suriye’nin İsrail’e karşı topyekûn bir savaş çabasını önlemeye
çalışan; Arap devletlerinin ilk önce birliğinin sağlanmasını, sosyalist
devrimin yayılmasını, Arap ordularının hazırlanmasını savunan Mısır bu
stratejinin Arap dünyasındaki prestijini sarstığını fark edince İsrail ile
savaşın kaçınılmaz olduğunu anladı. Cemal Abdül Nasır’ın temel amacı, İsrail
karşısında bir zafer kazanarak prestijini sağlamlaştırmaktı.
Böylece
Mısır, BM Acil Durum Gücünü Sina’dan çıkarttı, buraya kendi birliklerini
yerleştirdi ve Tiran Boğazını İsrail gemilerine kapattı, bu sayede de süreci
hızlandırdı. Bu durum, İsrail’de Arap milliyetçiliğini daha büyük bir tehlike
olmadan yok etmek isteyen radikallerin yükselişine neden oldu. Filistinli
gerillaları kontrol altına alması için baskı yapmak ve 7 Kasım 1966 tarihli
Mısır-Suriye ortak savunma paktına katılımını engellemek amacıyla, İsrail ilk
olarak Ürdün’e savaş açtı.
13
Kasım 1966 tarihinde İsrail’in yaptığı “Samu Saldırısı” bütün Ortadoğu’da
birdenbire gerginliğin patlak vermesine sebep oldu. 12 Kasım 1966 günü bir
İsrail zırhlı aracı bir mayına çarpmış ve araçta bulunan 9 askerden 3’ü ölmüş,
6’sı yaralanmıştı. Yola mayın koyma işini, Ürdün’ün Samu kasabasında bulunan
El-Fetih tarafından yapıldığına inanan İsrail, 13 Kasım 1966 sabahı, Ürdün’ün
iddiasına göre, havadan Mirage uçakları ve karadan da 20 tank tarafından
desteklenen bir tugaylık kuvvetle, Hebron güneyindeki 4000 nüfuslu Samu
kasabasına saldırmıştır.
BM
Genel Sekreteri’nin raporuna göre, İsrail birlikleri Samu’da 135 evi, bir okulu
ve bir kliniği yerle bir etmişlerdir. Bir diğer köyde de 15 evi tahrip
etmişlerdir. Bu çarpışmalarda 15 Ürdün askeri ile 3 sivil ölmüş ve 37 Ürdün
askeri ile 17 sivil yaralanmıştır.
Samu
hadisesi Arap dünyasında büyük tepki ile karşılanırken, Güvenlik Konseyi de
Ürdün’ün şikâyeti üzerine yaptığı dokuz oturum sonucunda, İsrail’i ağır şekilde
suçlayan karar tasarısı, 1 çekimsere (Yeni Zelanda) 14 oyla kabul edildi.
Güvenlik
Konseyi’nin 228 (1966) sayılı bu kararı, İsrail’in geniş çaplı askeri harekâtı
ile hem BM anlaşmasını hem de mütareke anlaşmalarını ihlal ettiğini söylüyor ve
İsrail’in bu şekildeki askeri müdahalelerin müsamaha ile karşılanamayacağını
belirtiyordu.
Samu
hadisesinde Suriye hariç tüm Arap ülkeleri Ürdün’ün yanında yer aldı. Suriye’ye
göre Samu hadisesi, İsrail’in Suriye’ye karşı planladığı saldırıdan dikkatleri
başka yöne çekmek için düzenlenmiş bir oyundu.
Ocak
1967’den itibaren İsrail-Suriye sınırlarında çatışmalar artmış ve savaşa kadar
gidecek gelişmeler başlamıştı.
7
Nisan 1967 günü meydana gelen İsrail-Suriye çatışması, 1956 yılından bu yana
yaşanan çatışmaların en şiddetlisi oldu. Çünkü bu bir hava muharebesi idi.
İsrail ile Suriye arasındaki gayri askeri bölgede tarla sürmekte olan
İsraillilere Suriye topçusunun ve tanklarının ateş açması üzerine, İsrail
kuvvetleri de Suriye mevzilerine saldırdı. Bunun üzerine Suriye MİG uçakları
havalandı ve arkasından da İsrail jetleri havalandı.
Yapılan
hava muharebesinde, İsrail uçakları hiç kayıp vermeden 6 Suriye MİG uçağını
düşürdüler. Suriyeliler ise, kendilerinin 4 MİG uçağı kaybetmesine karşın,
İsrail’inde 4 MİRAGE uçağını düşürdüklerini iddia ettiler. Tabii bu hadise de
tarafların birbirlerini Güvenlik Konseyi’ne şikâyet etmelerine sebep olmuştur.
Diğer
taraftan, İsrail ile Ürdün arasında da Şubat-Mayıs ayları arasında özellikle
Hebron (El-Halil) bölgesinde olaylar eksik olmamıştır.
4
Haziran 1967’de başlayan savaşın ilk günlerinde Mısır ve Ürdün ordularının
rahatlıkla yenildiğini gören Suriye, savaş öncesi çabalarını savaş sırasında
göstermedi.
Sovyet
müdahalesinden çekinen İsrail Golan Tepelerine hemen saldırmakta tereddüt etti.
Daha sonra Golan Tepelerinin en önemli kenti Küneytre’yi ve Golan Tepeleri’ni
10 Haziran’da ele geçirdi. İsrail altı gün içinde Mısır’ın elinde olan Sina
Yarımadası ile Gazze Şeridi’ni, Ürdün’ün elinde bulunan Doğu Kudüs ve Batı
Şeria’yı işgal etti.
Bu
işgallerle İsrail eskisinden çok daha fazla toprağı kontrol altına alarak, bir
milyondan fazla Arap nüfusu barındırma ve Arapların daha da büyüyen düşmanlığı
gibi problemlerle karşı karşıya kalacaktı. Bu savaş bölgede yeni bir sayfanın
açıldığı tarihtir.
1967
Savaşı bölgeyi derinden etkileyen sonuçlar doğurdu; bölgede sınırlar değişti,
İsrail’in sınırları genişlerken yeni mülteciler oluştu.
Mısır
bu büyük yenilgiyle bölgedeki Arap liderliğini kaybetti. Pan Arabizm giderek
etkisini yitirmeye başladı ve yerini Pan İslamizm ve yeni yeni güçlenen
Filistin milliyetçiliği gibi yerel akımlara bıraktı.
1973
Arap-İsrail Savaşı
(Yom
Kippur Savaşı)
1973 Savaşı’nın, bundan önceki Arap-İsrail
savaşlarına nazaran iki mühim özelliği ve farklılığı vardır.
Birincisi, Mısır tarafından başlatılan bu
savaşın temel amacı, artık daha öncekilerde olduğu gibi, İsrail’in haritadan
silinmesi değil, savaşa katılan bütün Arap ülkeleri için, 1967 savaşında
kaybedilen ve İsrail’e kaptırılan toprakların geri alınmasıdır. Bu amaç bugüne
kadar da devam edeceği için, bu savaş, Arap-İsrail meselesinde bir dönüm
noktası teşkil etmiş olmaktaydı.
İkincisi,
1956 ve 1967 savaşlarına nazaran, 1973 savaşının en büyük farklılığı, İsrail
değil, bu sefer Mısır ve Suriye’nin, yani Arapların bir ‘‘sürpriz saldırı’’ ile
savaşı başlatmasıdır. Bu sürprizin neticesi ise, insan ve malzeme bakımından,
İsrail’le, önceki savaşlardan daha pahalıya mâl olmasıdır. Son bir nokta ise,
bilhassa Mısır’ın bu savaşta daha başarılı askeri harekatta bulunmasıdır.
Bölge
için dönüm noktası niteliği taşıyan 1967 savaşı sonrası Araplar bu yenilgi
nedeni ile İsrail ise kazandıklarından taviz vermemek için barış görüşmeleri
yapılamadı ve Filistin sorununa çözüm getirilemedi.
Bu
arada bölgenin iki önemli ülkesi olan Mısır ve Suriye’de iktidar değişti.
Mısır’da Enver Sedat, Suriye’de Hafız Esad başa geçti.
İsrail
stratejik ve askeri üstünlüğüne ve ABD’nin desteğine güvenerek Suriye ve
Mısır’ın kendisine karşı savaşma cesaretini gösteremeyeceğini, ama Arapların bu
mücadeleden vazgeçmeyeceklerini de çok iyi biliyordu.
Dördüncü
Arap-İsrail Savaşı; Mısır, Suriye ve İsrail kuvvetleri arasında oldu. Arap
Cephesi'nde; Mısır'ın 325.000,Suriye'nin 112.000'lik kuvvetine karşılık İsrail
ortalama 100.000'lik barış mevcudunu kademeli seferberlikle 300.000'e çıkarmak
üzere gerekli düzenlemeler yapmıştı.
İsrail'in
"Yom Kippur” adı verilen dinsel bayramını kutladığı bir sırada 6 Ekim 1973
günü saat 14.00'te, Mısır ve Suriye kuvvetleri baskın taarruzu ile harekâtı
başlattılar.
İsrail,
Yahudiler için en kutsal gün olan Yom Kippur gününde ve Müslümanlar için kutsal
olan Ramazan ayında bu saldırıyı beklemiyordu.
Saldırının
ilk gününde Mısır Süveyş Kanalı’na, Suriye Golan Tepelerine hücum etti. İlk
günlerde yenik olan İsrail 10 Ekim’de Suriye birliklerini geri püskürttü.
İsrail
hava kuvvetlerinin hâkimiyeti ve Mısır’ın pasif tutumu İsrail’in bütün gücüyle
Suriye’ye saldırmasında oldukça etkili oldu.
Araplar,
bu savaşın ilk günlerinde elde ettikleri başarıya rağmen, Ortadoğu ve
Filistinlilerin kaderini değiştirecek bir sonuç gerçekleştirememişlerdir.
Savaşın
tehlikeli boyutlar alması ve giderek doğu-batı çatışmasına dönme ihtimali
karşısında BM Güvenlik Konseyi, ABD ve Sovyetler Birliğinin de yoğun diplomatik
çabaları ile, 22 Ekim 1973’te 242 Sayılı Kararın uygulanması çağrısını yapan, 338
Sayılı Kararı aldı.
İsrail
ile Mısır kararı hemen onayladı. Suriye reddetti. İsrail’de bunu fırsat bilerek
Suriye topraklarında daha fazla ilerleme bahanesi yarattı.
Savaşın
sonucunda askeri bir zafer kazanmış olan İsrail sarsıldı. Savunma stratejisi çökerken,
Mısır ve Suriye’nin ani saldırısıyla caydırıcılık doktrini de çöktü. Aynı
zamanda uluslararası toplumda diplomatik açıdan tecrit edilen İsrail, askeri ve
ekonomik açıdan ABD’ye daha da bağımlı oldu.
Tüm
Arap kuvvetlerinin kaybı 2000 tank, 450 uçaktı. İsrail'inki ise 800 tank ve 115
uçaktı. Kontrol altına alınan arazi bakımından da İsrail avantajlıydı. Suriye
cephesinde İsrail, 1967'de kazandığı arazinin de ötesinde topraklara sahip
olmuştu. Mısır cephesinde ise, kanalın batısında elde ettiği toprak, Mısır'ın
doğuda işgal ettiği topraklardan fazlaydı. İsrail genel kurmay başkanlığının 6
Kasım 1973 günü yaptığı açıklamaya göre, bu savaşta; İsrail’den 1.854 subay ve
asker ölmüş ve 1.850 kişide yaralanmıştı. 450 kişide kayıp idi. Mısır ve Suriye
8.000'er kişi kaybettiler.
1973
Savaşı sadece bölgeyi etkilemekle kalmayıp, bütün dünyayı etkileyen bir savaş
olmuştur. Savaş esnasında Suudi Arabistan’ın öncülüğünü yaptığı Arap devletleri
özellikle ABD ve Hollanda’yı İsrail’e destek oldukları için hedef alarak petrol
ambargosu uyguladılar. Bu ambargo Arap devletlerinin petrolü siyasi bir güç ve
silah olarak kullanabileceklerinin bir göstergesi oldu.
HAMAS’IN
KURULUŞU
1987'de
ŞEYH AHMET YASİN, ABDULLAZİZ EL RANTİSİ ve MUHAMMED TAHA tarafından ilk
intifanın başlangıcında Mısır'daki Müslüman Kardeşler örgütünün Filistin kanadı
olarak kuruldu. 1988'deki siyasi programında, Hamas Filistin'in asla, Müslüman
olmayanlar tarafından etrafı çevrilebilecek bir İslam ülkesi olamayacağını
ifade etmekte ve Filistinli Müslümanlar için Filistin'in kontrolünü İsrail'den
almak adına kutsal bir savaş vermenin dini bir görev olduğunu söylemektedir. Bu
tespit, 1988'de İsrail'in var olma hakkını tanıyan Filistin Kurtuluş Örgütünü
ile Hamas’ı çatıştırma noktasına getirdi.
Hamas
hareketinin kuruluşu ilk olarak 1987 yılında ilan edildi, ancak Filistin’de
başka isimler altındaki varlığı 1948 öncesi döneme kadar uzanıyor. Hamas
hareketi kendisini Mısır’da 1928 yılında kurulan Müslüman Kardeşler Cemaati’nin
uzantısı olarak görüyor. 1987’de kuruluşunu ilan etmeden önce Hamas, ‘İsra
toprağındaki murabıtlar (sakinler)’ ve ‘İslami Mücadele Hareketi’ adı altında
faaliyet gösteriyordu.
Hamas,
Filistin’de Yahudilerin hakkı olduğuna inanmıyor ve Filistin’den kovmaya
çalışıyor. 1967 sınırları çerçevesindeki bir ateşkes yolunda bu hakkı kabul
etmekte isteksiz değil, ancak dışarıdan gelen Yahudilerin Tarihi Filistin’deki
haklarını tanımıyordu. İsrail işgaliyle çekişmesini ‘sınır çekişmesi değil, var
oluş çekişmesi’ olarak görüyordu.
İsrail’e,
Filistinlileri kendi diyarlarından tehcir etmeyi ve Arap dünyasının birliğini
parçalamayı hedefleyen ‘Batılı Siyonist emperyalizm’ projesinin bir parçası
olarak bakıyor. Farklı türleri ve şekilleriyle cihadın Filistin toprağının
kurtuluşunun yolu olduğunu düşünüyor, İsraillilerle barış müzakerelerini zaman
kaybı ve haklardan ödün verme aracı olarak görüyor. Hamas, 1991 Madrid
Konferansı sonrası Arapların izlediği barış sürecinin yanlış olduğunu düşünüyor
ve 1993 yılında Filistin Kurtuluş Örgütü ile İsrail arasındaki Oslo Anlaşması
ve öncesindeki karşılıklı tanımaları, FKÖ’nün sözleşmesinin değiştirilmesini,
İsrail devletinin ortadan kaldırılması çağrısı yapan cümle ve ifadelerin
çıkarılmasını İsrail’e ödün vermek ve Filistin topraklarındaki varlığını
tanımak olarak görüyordu.
HAMAS'IN
ASKERİ ÇALIŞMASI
Hamas
hareketinin askeri çalışması kendi ifadesiyle ‘kapsamlı bir Arap ve İslam
özgürlük projesinin yokluğunda Siyonist proje ile mücadele etme amaçlı’
stratejik bir eğilimi temsil ediyor. Hareket askeri çalışmanın, amaçlar
gerçekleşene kadar çekişmenin korunun yanmasının ve ‘Arap ve İslam dünyasında
yayılmacı Siyonist’ genişlemenin engellenmesinin aracı olduğuna inanıyor.
Yahudilerle inanç farklılığı yüzünden değil, Filistin’i işgal ettikleri için
anlaşamadıklarını söylememektedirler. Hamas, askeri kanadı İzzeddin El Kassam
Tugayları kanalıyla birçok askeri eylem yaptı ve fedai (şehadet/intihar)
eylemleri Filistin içine yansıyan uluslararası tartışmaları körükledi. Eylül
2000’de başlayan ve Aksa İntifadası adıyla da bilinen Birinci İntifada'da temel
rol oynadı. Hamas, 1987’de çıkan Birinci İntifada'nın da baş aktörüydü
Hamasın
örgütsel temelleri 1948'de Müslüman Kardeşler cemaatinin lideri İmam Hasan
el-Benna'nın Filistin topraklarına, Siyonistlere karşı mücadeleye katılmaları
için gönderdiği gençler tarafından atılmıştır. Bu gençler bir yandan
Filistin'de işgalcilere karşı gerilla savaşlarına katıldıkları gibi bir yandan
da bu topraklarda Müslüman Kardeşler cemaatinin temellerini atmışlardır. Bu
cemaat Filistin'de o zaman İslami Hareket olarak şekillenmiş ve o şekilde
yayılmıştır. Bugün de 1948'de işgal edilmiş topraklarda yine İslami Hareket
adıyla faaliyet yürütmektedir. İşte o zaman Müslüman Kardeşler 'in Filistin
kanadı durumundaki İslami Hareket, Gazze ve 7 Aralık 1987'de işgalcilerden
birinin Filistinli işçileri taşıyan bir araca kasten çarparak 8 işçinin
ölmesine, birçok işçinin de yaralanmasına sebep olması üzerine Siyonist işgale
karşı fiili mücadelenin başlatılması kararlaştırıldı 7 Aralık 1987'de işgalcilerden
birinin Filistinli işçileri taşıyan bir araca kasten çarparak 8 işçinin
ölmesine, birçok işçinin de yaralanmasına sebep olması üzerine Siyonist işgale
karşı fiili mücadelenin başlatılması kararlaştırıldı
Batı
Yaka bölgelerinde Filistin İslami
Direniş Hareketi (Hareketu'l-Mukavemeti'l-İslamiyyeti'l-Filistiniyye - kısa
adıyla HAMAS) adlı bir teşkilatla direnişi yönetme ve yönlendirme kararı aldı.
İşte HAMAS adı bu gelişmeyle birlikte duyulmaya başlandı. Tabii hareketin kökü
bayağı geriye dayandığından ve potansiyel gücü yıllar süren çalışmalarla
hazırlandığından çok kısa bir süre içinde oldukça geniş bir alana yayılmayı,
mücadelesini bir iki gün içinde 1967'de işgal edilmiş toprakların tamamına
yaymayı başarabildi. Eğer ki biri birden ortaya çıkmış olsaydı bunu başarması
mümkün değildi.
Hamas'ın
temel ilkelerinin başında, meselelerin çözümünü İslam'da aramak gelmektedir. Bu
yöndeki ilkesini "Çözüm İslam'dır" sloganıyla sık sık
vurgulamaktadır.
Hamasın
ikinci temel ilkesi de Filistin topraklarının bir bütün halinde İslam toprağı
olduğu ve bu topraklardan hiçbir şekilde taviz verilmesinin söz konusu
olamayacağı ilkesidir. Bu temel ilkesinden dolayı Filistin topraklarının bir
bölümünü İsrail işgal devletine bırakmayı kabul eden anlaşmalara hiçbir şekilde
sıcak bakmamış, bu anlaşmaların kabul edilemez olduğunu vurgulamıştır Hamas'ın
bu ilkesine göre Siyonistlerin 1948'de işgal etmiş oldukları topraklar
üzerindeki hakimiyetleri de gayri meşrudur, hiçbir şekilde meşru bir hakimiyet
olarak kabul edilemez.
Hamasın
üçüncü temel ilkesi ise Filistin toprakları üzerindeki gayri meşru Siyonist
işgal sona erinceye kadar mücadele ve direnişin Filistin halkının meşru bir
hakkı olduğu prensibidir. Ayrıca HAMAS, Siyonist işgalcilerin şimdiye kadar
izledikleri politikalarında, «barış" kavramını sadece dünya kamuoyunu
yanıltma amacıyla kullandıklarını ve kendi hakimiyetlerini sürdürmek için
sürekli kuvvet metoduna başvurduklarını, dolayısıyla onların anladıkları tek
dilin kuvvet dili olduğunu vurgulamaktadır.
Bu
örgütün temelleri, 1964’te Kahire'de toplanan Arap Zirvesi'nde atıldı. 29 Mayıs
1964 tarihinde Filistin Ulusal Konseyin toplanmasının ardından 2 Haziran 1964
tarihinde Filistin Kurtuluş Örgütü kuruldu. Örgüt Arap devletleri arasında bir
liderlik savaşı yüzünden Filistinliler tarafından değil ,Arap devletleri tarafında özellikle de Mısır devlet
başkanı Abdülnasır'ın yoğun desteği ile
kuruldu.
FKÖ'nün
kurumsallaşması aşamasında Arap devletleri Filistinlileri mücadele yönünde
yetiştirmek amacıyla askeri okullarına alma talebinde bulundular, ayrıca
teşkilatın finansmanı için bir Filistin Milli Fonu oluşturuldu. Arap
devletlerinde FKÖ'nün ofisleri açıldı ve o sıralarda Gazze ve Sina'da üslenecek
bir Filistin Kurtuluş Ordusu kuruldu.
Bir
anlamda Filistin davasının siyasal temsilcisi olan ve çok sayıda Filistinli
örgütü bir çatı altında toplayan FKÖ, 1967 Arap-İsrail Savaşı'nda etkinliğini
artırdı. 1968 yılında yapılan Filistin Ulusal Konseyi'nin dördüncü
toplantısında FKÖ yeniden örgütlendi. Silahlı gruplar üye yapılırken, sözleşme
yeniden gözden geçirildi ve Filistin Kurtuluş Ordusu'nun askeri kanadı kuruldu.
FKÖ'nün
en önemli organı Filistin parlamentosuna eş değer olan Ulusal Konsey'dir.
Üyeler, Konsey'in mevcut kurulu, askeri gruplar, Filistin birlikleri, meslek örgütleri
ve önde gelen Filistinlileri görüşmeleriyle belirlenmektedir. Konsey, FKÖ'nün
siyasetini ve programlarını oluşturan en üst kuruldur.
FKÖ
şemsiyesi altında bulunan gruplar içindeki en büyük örgüt olan El Fetih'in
lideri Yaser Arafat 1969'da FKÖ Yürütme Kurulu Başkanlığı'na getirildi. Arafat
yönetimi1973 yılından itibaren diplomasiye ağırlık vererek FKÖ'ye sürgün
hükümeti niteliği kazandırdı
Filistinlilerin
tek meşru temsilcisi olarak tanındı. 1980'li yılların başlarına kadar FKÖ pek
çok değişik grubu bünyesinde taşıyor olmasına rağmen Filistin davasının önde
gelen örgütü olma özelliğini korudu. Örgütün merkezi 1967 savaşından sonra
Ürdün'e, 1970'te Lübnan'a ve 1982 yılında İsrail'in Lübnan'ı işgaliyle Tunus'a
taşındı.
FKÖ
Başkanı Arafat, Aralık 1988'de FKÖ adına terörizmi kınadığını açıklayan bir
konuşma yaptı. Bunun üzerine ABD bu açıklamanın, El Fetih, Güç17, Havari Grubu,
Filistin Halk Kurtuluş Cephesi ve Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi
gibi örgütleri de bağladığını düşündü. Fakat ABD ile FKÖ arasındaki diyalog
FHKC'nin 30 Mayıs 1990'da İsrail kıyılarına saldırmasıyla bozuldu.
1991'deki
Körfez Savaşı sırasında , Saddam Hüseyin'in Kuveyt'i işgaline tam destek
vererek tüm dünya kamuoyunu şaşırttı. Bunun sonucunda savaşın ardından
Kuveyt'teki tüm Filistinliler Kuveyt'ten atıldılar.
1994
yılında yapılan Gazze-Eriha Anlaşması ve Eylül 1995'te
yapılan2.osloAnlaşmasıı'yla İsrail Gazze Şeridi'nin tamamına yakınının, Batı
Şeria'nın ise bazı bölgelerinin yönetimini Filistin Otoritesi'ne bıraktı. 1996yılının
Ocak ayında yapılan seçimlerin sonucunda 88 üyeli Filistin Otoritesi Konseyi
oluşturuldu. Ayrıca seçimlerin sonunda Arafat Filistin Otoritesi'nin başkanı
olarak göreve başladı. Filistin Otoritesi kabinesi 23 bakanlıktan oluşuyordu
fakat önemli kararları alma yetkisi Arafat'a aitti. Ayrıca hükümette önemli
pozisyonlar el-Fetih üyelerine verildi. FKÖ, bugün devam eden varlığı ile
Filistin Ulusal Otoritesi'ni yürüten siyasal bir parti gibi işlev görmektedir.
BİRİNCİ
İNTİTAFADA
Birinci
İntifada (ayaklanma) veya Birinci Filistinli İntifada, İsrail’in, aralık
1987’den 1993Oslo anlaşmasını imzalanmasına kadar süren, Filistin
topraklarını ele geçirmesine karşı,
Filistinlilerin ayaklanmasıdır] Ayaklanma 9 Aralıkta Cebeliye mülteci kampında
başladı. Gittikçe yükselen tansiyon, ölen Filistinli ve İsrailliler ve son
olarak İsrail ordusuna ait bir aracın dört Filistinli ’ye çarpıp öldürmesi,
ayaklanmayı ateşledi . Aracın dört Filistinliye kasıtlı çarptığı söylentisi
hızlı bir şekilde Gazze’de, Batı Şeria’da ve Doğu Kudüs’te yayıldı . Genel
grev, Gazze ve Batı Şeria’daki İsrailli kurumları boykot, ordu emirlerine karşı
sivil itaatsizlik, İsrail yerleşkelerinde çalışmamak, İsrail ürünlerini satın
almamak, vergi vermemek, Filistinli araçları İsrail ehliyetleriyle kullanmayı
reddetmek, grafitiler yapmak, barikatlar kurmak ] ve Filistin sınırları
içindeki İsrail’e ait askeri binalara taş ve Molotof kokteyli atmak, ayaklanma
sürecinde gerçekleşen eylemlerdi. Buna cevaben, İsrail, ayaklanmaları durdurmak
için 80.000 askeri mobilize etti. Çocuk haklarını dünya çapında savunan “Save
the Children” raporuna göre ilk iki yıl boyunca, 18 yaş altı bütün
Filistinlilerin 7% si ateşlenen silahlardan, dayaklardan veya göz yaşartıcı
gazdan dolayı yaralandı.
HAMAS’ın
önderlik ettiği direniş hareketinin başında, hareketin beyni olan bir şahsiyet
mevcuttu; Şeyh Ahmed Yasin… Kafasının haricinde bütün vücudu felç olan Ahmed
Yasin, ürettiği fikirler ile işgal devletinin korkulu rüyası olunca 1989
senesinde tutuklanmıştır. İşgal devleti onu hapiste bir süre tuttuktan sonra
göstermelik bir mahkemeye çıkarmış ve kendisine 15 sene hapis cezası
verilmiştir. Ahmed Yasin meşru olmayan bir devletin mahkemesinin de meşru
olamayacağını mahkemede şu şekilde haykırmıştır: “Bu mahkeme beni kanuni olarak
yargılama hakkına sahip değildir. Çünkü bu mahkeme işgalciler tarafından
kurulmuştur. Dolayısıyla tamamen gayrı meşrudur”
İşgal
devletinin intifadaya karşı tutumu sert oldu. Kurulduğu günden o güne kadar
devam ettirdiği zulüm ve baskı politikasını daha da artırarak devam ettiren
Siyonist devlet, intifadanın önünü kesmek için toplu tutuklamalara başvurdu
ancak başarılı olamadı. Bunun üzerine intifadanın simgesi haline gelen sapan
taşlı çocuklar, kol ve bacak kemiklerinin kırılması ile karşı karşıya kaldı. Bu
vahşete medeni dünyadan müdahale edilmeyince daha da cesaretlenen işgalciler,
duvarlarında intifada ile alakalı yazı bulunan evleri yıkma faaliyetine
giriştiler. Bütün bu girişimler azimle davalarını sahiplenen HAMAS mensuplarını
yıldırmayınca işgal devleti hareketin beyinlerini ortadan kaldırma planını
terör devletinin sacayaklarından biri olan MOSSAD’a havale etti. MOSSAD’ın
suikastları sonucu HAMAS’ın birçok yetkilisi şehit edildi. Bu şehitlerden en
mühimi Dr. Fethi Şikaki’dir. İslami Cihat Hareketi’nin lideri olan Şikaki,
Malta’da iken MOSSAD ajanlarının suikast sonucu şehit edilmiştir. Ancak Hakk’ın
rızası için hareket eden Filistin Direniş Hareketi’nin mensupları, lider
çıkarma hususunda sıkıntı çekmemişler her şehidin yerine daha iyi bir nefer doldurmuştur
Arapça
kelime anlamı 'ayaklanma' olan intifada, ufak çaplı ayaklanmalardan ziyade
büyük çaplı ayaklanmalar için kullanılmıştır.
Yaşanan
olaylara karşı aniden uyanış, başkaldırı ve isyan anlamına da gelen intifada
Filistin sorununda ortaya çıkarttığı
sonuçlar açısından önemli bir yere sahiptir.
Kademeli
bir şekilde Filistin topraklarındaki yerleşim yerlerini arttıran İsrail,
Filistin halkı üzerindeki baskısını arttırmak suretiyle kontrolünü kaybetmemek
istiyordu
Temelinde
İsrail'in Filistin yerleşim yerlerini işgal etmesi yatsa da, Birinci
İntifada'nın arka planı olarak niteleyebileceğimiz olaylar zinciri, 8 Aralık
1987 yılına gelene kadar Filistin halkının iyice dolmasına sebep oldu
4
Aralık 1986, Birzeit Üniversitesi'nin kampüsünde iki Filistinli genç İsrail
askerleri tarafından vuruldu.
Bu
olay haricinde yaşanan tutuklamalar, gençlerin kelepçelenerek işkenceye maruz
bırakılması, tutuklu ve aktivistlerin hücrelerde kötü şartlar altında yaşam
mücadelesi vermesi, 87 yılının başlarında protesto gösterilerinin artmasını
sağladı.
Gösteriler
artarken, Han Yunus şehrinde yaşayan Filistinli küçük bir çocuk İsrail
askerleri tarafından vurularak öldürüldü.
Yaşanan
bu acı olayın akabinde İsrail'in tutuklulardan sorumlu teğmeni Ron Tal, Gazze 'de Filistinliler tarafından
öldürüldü. Karşılıklı ölümler sonrasında İsrail, Kurban Bayramı'nda 3 günlük sokağa çıkma
yasağı ilan etti.
Tarihler
8 Aralık 1987'yi gösterdiğinde ise Cebaliye Mülteci Kampı'nda başlayan
gerginlik, İsrail Ordusu'na ait aracın Filistinlileri taşıyan araca çarpmasıyla
tırmandı. Ve Birinci İntifanın başlangıç tarihi belli oldu.
Yaşanan
olayda 4 Filistinli hayatını kaybederken 7 Filistinli de ciddi şekilde
yaralandı. Aracın kasıtlı bir şekilde hızlandığı ve Filistinlilere çarptığı
söylentileri ise başta Gazze olmak üzere, Batı Şeria ve Doğu Kudüs'te hızla
yayıldı.
İşten
çıkıp evlerine dönen Filistinlilerin şahit olduğu olay, bir anda kitlesel
gösterilere dönüşmüştü. Hayatlarını kaybeden Filistinlilerin cenazeleri
10.000'i aşkın Filistinli tarafından sloganlar eşliğinde taşındı.
Genel
grev, İsrail kurumlarına taş ve molotof kokteylleriyle saldırı, İsrail
mallarının boykotu ve mahallelere barikatlar kurmak gibi eylemler yapıldı.
İsrail,
isyanı bastırmak için 80.000 askerini isyan bölgelerine kaydırdı.
İsrail askerlerinin isyan bölgelerine
kaydırılması Filistin halkının daha çok öfkelenmesi demekti. Hemen hemen her
sokakta İsrail askerleri ile Filistin halkı arasında çatışmalar yaşanıyordu.
Ayaklanmanın
5. haftasına girilirken 35 Filistinli hayatını kaybetmiş, 1200'den fazla
Filistinli de yaralanmıştı. Yaşanan ölümler ayaklanmanın bastırılmasından çok,
şiddetlenmesine sebebiyet veriyordu.
Aralık
87'de başlayan Birinci İntifada, Eylül 93'te FKÖ lideri Yaser Arafat ve İsrail
Başbakanı İzak Rabin'in Oslo Anlaşması'nı imzalamasıyla sona erdi.
6
yıl süren Birinci İntifada'da İsrail askerleri 1087 Filistinliyi öldürdü.
120.000'den fazla Filistinli de tutuklandı.
İKİNCİ
İNTİFADA
Ariel Şaron Kudüs'ü ziyaret etmiştir. Bu
ziyaret, Şaron’dan nefret eden Filistinlilerin protestolarını da tetikledi.
Şaron ve beraberindekiler bölgeyi terk etme aşamasındayken 200-300 kişilik bir
grup tarafından taşlanmaya başlandı. Sayıları gittikçe artan protestocular,
ağlama duvarında ibadet eden Yahudilere yönelik taşlı saldırılara da başlayarak
şiddetin seviyesini artırdılar ve ateşli silahlar kullanarak bir İsrail
polisini öldürdüler. Göstericilere her zamanki gibi daha yoğun bir ateşle
müdahale eden İsrail askerleri ise 4 Filistinliyi öldü .Filistinlilerin
protestoları ertesi gün Batı Şeria’daki diğer bölgelere, bir sonraki gün İsrail
içindeki Arap bölgelerine yayıldı. Filistinli ve İsrailli sivil göstericilere
her iki tarafın güvenlik güçlerinin de katılması ve eskisinden farklı olarak
ateşli silahların daha yoğun kullanılması tansiyonu iyice yükseltti. İsrail
ordusu, çatışmalara müdahalede kullandığı şiddetin seviyesini taarruz
helikopterlerini ve tankları kullanmak suretiyle daha da artırdı.
Çatışmaların
üçüncü gününde, iki ateş arasında kalan Filistinli silahsız bir baba ve oğlunun
kendilerini ateşten korumaya çalışırken İsrail askerlerinin doğrudan ateşine
maruz kalmaları ve 12 yaşındaki oğlunun babasının tüm çabasına rağmen TV
kameralarının önünde öldürülmesi, Filistin toplumunu çileden çıkardı ve
yıllarca sürecek olan ikinci İntifadanın daha ilk ayında, Filistin Kızılay’ının
belirlemelerine göre, 1938 kişi gerçek mermilerle, 3810 kişi ise kauçuk kaplı
çelik mermilerle yaralandı. ABD’li üç doktordan oluşan İnsan Hakları Savunucusu
Doktorlar Ekibinin yerinde yaptığı incelemede, bu yaralanmaların yarısından
fazlasının baş bölgesinden, diğerlerinin büyük çoğunluğunun ise arka bölgeden
olduğu tespit edilmiştir. El-Aksa intifadasında 3500’ün üzerinde Filistinli
öldü. Bunların 663’ü 17 ve daha küçük yaşlardaydı. İntifadanın, diğer ismiyle
El-Aksa intifadasının başlangıcı oldu.
İntifadanın
birinci ayına denk gelen ekim ayı sonunda ilk bombalı intihar saldırısı dalgası
başladı ve 2000 yılı sonuna kadar Hamas ve Filistin İslami Cihat örgütlerinin
militanları tarafından askerî hedeflere yönelik toplam dört saldırı meydana
geldi. Karşılıklı şiddet nedeniyle yıl sonuna kadar İsrailli 21 asker ve 22
sivil ölürken, 300’den fazla kişi yaralandı. Buna karşılık İsrail askerleri ve
yerleşimciler tarafından 300’den fazla Filistinli öldürülürken, 12.000’den
fazla kişi yaralandı. 23. 28 Eylül 2000, Ariel Şaron'un Mescid-i Aksa ziyareti
sonrasında başlayan İkinci İntifada, 11 Kasım 2004 tarihinde FKÖ lideri Yaser
Arafat'ın hayatını kaybetmesiyle gerileme dönemine girdi.
2000
yılına girildiğinde Likud Partisi lideri ve Başbakan adayı Ariel Şaron'un
Mescid-i Aksa ziyareti tansiyonu yeniden yükseltti. 1000 korumayla Mescid-i
Aksa ziyaretini gerçekleştiren Şaron, İkinci İntifada'nın başlamasına sebebiyet
verdi.
Yahudiler
için en kutsal yer olarak bilinen Tapınak Tepesi ziyareti sırasında sarf
ettiği; 'Tapınak Tepesi ellerimizdedir ve ellerimizde de kalacaktır.
Yahudilerin en kutsal mekanlarından biri olarak, burayı ziyaret etmek her
Yahudinin hakkıdır.' sözleri Filistinliler tarafından provokasyon olarak
nitelendirildi.
Çatışmaların
ikinci gününde yaşanan ve 12 yaşındaki masum çocuk Muhammed el Durra'nın
ölümüyle sonuçlanan acı olay ise isyanın simgesi olmuştu.
El-Burey
mülteci kampında başlayan çatışmaların arasında kalan baba oğul kurşunların hedefi
olmaktan kaçamamış ve 12 yaşındaki Muhammed el Durra babasının kucağında hayata
gözlerini yummuştu.
Uluslararası
Af Örgütü'ne göre ayaklanmanın ilk günlerinde İsrail polisi ve ordusunun
kullandığı mermi sayısı 1.3 milyondu
28
Eylül 2000, Ariel Şaron'un Mescid-i Aksa ziyareti sonrasında başlayan İkinci
İntifada, 11 Kasım 2004 tarihinde FKÖ lideri Yaser Arafat'ın hayatını
kaybetmesiyle gerileme dönemine girdi.
Takvimler
8 Şubat 2005'i gösterdiğinde ise İsrail'in çekilme kararı almasıyla sona erdi.
Birinci İntifada'dan farksız, hatta daha
şiddetli yaşanan İkinci İntifada'da da 5103 Filistinli ve 1031 İsrailli
hayatını kaybetti.
8
Temmuz 2014 tarihinde ise İsrail'in Gazze'ye yönelik 'Koruyucu Hat Operasyonu'
adını verdiği saldırıları nedeniyle Hamas tarafından Üçüncü İntifada çağrıları
yapıldı
İsrail'in
yoğun saldırıları nedeniyle geneli sivil olmak üzere toplamda 2100 Filistinli
hayatını kaybederken, 11.000'e yakın Filistinli de yaralandı.
Yaşanan
tüm bu acıların ardından geçtiğimiz günlerde 'Roş Aşana' tatili nedeniyle
yaşanan gerilim, Üçüncü İntifada'nın ayak sesleri diye yorumlandı.
Yahudiler
tarafından yılbaşı olarak kabul edilen ve bayram olarak kutlanan 'Roş Aşana'
nedeniyle Mescid-i Aksa'ya girişlerin yasaklanması, ayrıca Mescid-i Aksa'yı ziyaret
etmek isteyen 40 Yahudi için alınan güvenlik önlemleri sonrasında yaşanan
gerilim, İsrail askerlerinin Mescid-i Aksa içinde plastik mermi ve biber gazı
kullanmasına sebep olmuştu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder