Padişahlar Mekke’ye gidemedikleri için saçlarını Medine’ye
gömdürürler ve Peygamber’e hitaben mektup yazarlardı
Cumhurbaşkanı’nın umresi, bana hacca gitmek istediği halde
gidemeyen Sultan Abdülâziz’in, Hazreti Muhammed’in “ruhaniyetine hitaben” bir
mektup yazmasını ve mektubu Medine’ye Peygamber’in kabrine göndermesini
hatırlattı...
Padişahlar başkent İstanbul’dan ayrıldıkları takdirde
birşeyler olabileceği endişesi ile kutsal topraklara gidememişler ama
vekillerini Mekke’ye ve kestirdikleri saçlarını da hürmetlerini ifade
maksadıyla Medine’ye yollamış, Peygamber’in kabrinin yakınlarına
gömdürmüşlerdi. Medine’den ne zaman bir mektup gelse abdest tazeleyerek okuyan
Sultan Abdülâziz ise 1861’de Hazreti Muhammed’in ruhaniyetine hitaben bir
mektup kaleme almış ve Medine’ye göndermişti.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan hüzünlü bir umre yaptı.
Mekke’den sonra Medine’ye geçildi ve Hasan Karakaya orada vefat etti...
Eski asırlarda padişahların hiçbiri hacca yahut umreye
gitmemişlerdi. Sebep, başkenti boş bırakmamak idi. Gitmediler ama Mekke’ye
yüzyıllar boyunca çok sayıda vekil gönderdiler.
Sadece padişahlar değil, şehzadeler de hacı olamadılar; zira
denetimden uzak kalacakları ve siyasi fırsat bulabilecekleri endişesiyle
İstanbul’dan ayrılmalarına izin verilmedi. Hanedanın kadınlarının hacca
gidişleri mesele olmadı ve padişah soyundan gelen çok sayıda hanım asırlar
boyunca Mekke’yi ziyaret edip hacı olabildi...
SADECE UMRE YAPABİLDİ
Hanedanın hacca giden tek erkek mensubu Fatih Sultan
Mehmed’in küçük oğlu Cem Sultan oldu. Mekke’ye ancak sürgün senelerinde
gidebilen Cem Sultan’ın haricinde hiçbir şehzade hacı olamadı. Son padişah
Sultan Vahideddin de sürgün senelerinde hacca gitmek istedi ise de, siyasi
sebepler ile güvenlik endişesinden dolayı sadece umre yapmak zorunda kaldı.
Padişahlar hacca gitmezlerdi ama kesilmiş saçlarını
gönderirlerdi. Berberbaşı padişahın saçlarını keser, saçlar gümüş bir leğende
yıkandıktan sonra buhurlarla tütsülenir, mühürü bir çekmeceye konur, “surre”
denen resmî hac kervanına verilir; çekmece önce Mekke’ye, oradan da Medine’ye
götürülür ve Hazreti Muhammed’in kabrinin civarında bir yere gömülürdü.
SAMİMİ BİR MEKTUP
Padişahlardan biri, Sultan Abdülâziz ise, Medine’ye hem
saçını göndermiş, hem de Peygamber’in ruhaniyetine mektup yazmış ve Hazreti
Muhammed’in Medine’deki türbesine yollamıştı. Hükümdar mektubunda samimi
hislerini yazıyor ve Hazreti Peygamber’den kendisine din ve dünya işlerinde
yardımcı olması ricasında bulunuyordu.
SAVAŞTAN SONRA GELDİ
Medine Müdafîi Fahreddin Paşa’nın Birinci Dünya Savaşı’ndan
sonra Medine’deki kutsal emanetlerle beraber İstanbul’a getirdiği mektup şu
anda Topkapı Sarayı’nın Mukaddes Emanetler Dairesi’nde muhafaza ediliyor. Son
kısmı “Ben, Gazi Mahmud Han’ın oğlu, zayıfların zayıfı, senin feyizlerine
muhtaç olan Abdülâziz Han’ım” şeklinde biten mektubun metni, geçtiğimiz senelerde
Hilmi Aydın tarafından “Hırka-i Saadet Dairesi ve Mukaddes Emânetler” isimli
kitapta yayınlanmıştı.
Mektubun içeriğini ve mahiyetini, bu kitaptan naklediyorum:
“Sultan Abdülâziz, mektubunda Hazreti Peygamber’e hitaben
ümmete, Mekke ve Medine’ye hizmet etmek şerefine kavuştuğunu söyleyip
mü’minlerin kendine emanet edildiğini, inkârcıların ve inatçıların elinde hor
ve hakir kaldığını anlatıyor ve dünya ile ahirette şefaat ve yardım talep
ediyor. Üzerindeki bütün emânetlerin icabını lâyıkıyla yerine getirmek, Allah
ve kul haklarını edâ etmek, Müslümanlar’ın kendi idaresinde olan mallarını
israfa düşmeden yerli yerine sarfetmek, gizli ve açık bütün düşmanlar üzerine
galip gelmek, bütün müminler ile birlikte sıhhat ve afiyet içinde, ilâhi rızaya
uygun bir ömür sürmek, mahşer günü cennete ırzı yıkılmadan ilk girenler ile
birlikte girmek için Resulullah’ın şefaatine sığınıyor. Daha sonra, günahkâr
haliyle böyle bir arzuhal takdimine cüret ettiği için de tekrar tekrar özürler
diliyor. Padişah, tarihlerin naklettiğine göre Hazreti Peygamber’e son derece
hürmetkârmış. Medine’den ne zaman bir mektup gelse abdest tazeler, ‘Bunlarda
Medine-i Münevvere’nin tozu var’ diyerek öpüp alnına koyar, daha sonra
başkâtibe okuturmuş. Bir defasında, hasta yatağında yatarken Medine’den bir
dilekçe gelmiş.
Padişah, ‘Beni derhal ayağa kaldırınız. Haremeyn’den gelen
talepleri ayakta dinleyeyim. Allah Resulü’ne komşu olanların talepleri, böyle
ayak uzatılarak edebe aykırı bir şekilde dinlenmez’ demiş. Mektubundaki ifade
tarzında da bu hürmet ve muhabbet hemen kendisini gösteriyor.
KIRMIZI MUM İLE MÜHÜRLEDİ
Dili oldukça ağdalı olan mektup, büyük boy kâğıt üzerine
güzel bir nesih hattıyla yazılıdır. Padişah, zarf üzerine rika hattıyla
‘Bismihiteâlâ. Hazret-i Fahr-i Kâinat Sallallahü Aleyhi ve Sellem Hazretlerinin
Ravza-i Mübârekeleri’ne takdim’ hitabını yazıp isminin baş harfi olan ‘ayın’ı
parafe etmiş. Mektubun zarfı, sarı renkli kâğıttan kesilip katlanarak
hazırlanmış. Sultan Abdülâziz, kendi eliyle hazırladığı zarfı iki yerinden kırmızı
mum ile mühürlemiş”.
Osmanoğulları’nın hacca gidebilen tek erkek mensubu olan Cem
Sultan’ın Mekke seyahatinin ayrıntılarını da bu sayfadaki kutuda
okuyabilirsiniz...
FATİH'İN OĞLU CEM SULTAN'IN GURBETTEKİ HÜZÜNLÜ HAC ÖYKÜSÜ
Cem Sultan’ın hayatı gibi haccının hikâyesi de hüzünlüdür...
Fatih Sultan Mehmed 1481’de öldüğünde büyük oğlu Şehzade
Bayezid, Amasya’dan İstanbul’a gelerek Osmanlı tahtına çıktı. O sırada Konya
Valisi olan Cem Sultan, babasının ölümünü geç öğrendiği için hükümdarlık
yarışında vakit kaybetmişti. Durumu kabullenmeyerek ağabeyi İkinci Bayezid ile
taht mücadelesine girdi, ancak 20 Haziran 1481’de Yenişehir Ovası’ndaki savaşı
kaybetti. Canını zor kurtardı, Konya’ya döndü ve üç gün dinlendikten sonra
halkın gözyaşları arasında şehirden ayrıldı ve Mısır’da hüküm süren Memlük
Devleti’ne sığındı
GİDİŞ-GELİŞ DOKUZ AY
Memlükler, Fatih’in oğlunu törenlerle karşıladılar. Cem
Sultan bir süre sonra Memlük Sultanı Kayıtbay’dan hacca gitmek için izin istedi
ve annesi ile hanımını alarak yola çıktı. Haccını 1482 Şubat’ında tamamladı ve
Mart başında Kahire’ye döndü.
Osmanlı padişahlarının niçin hacca gitmediği hep tartışma
konusudur ama bir başka tarihî gerçek gözlerden her zaman kaçmıştır:
Osmanlılar’dan önceki Türk devletlerinin, yani Gazneliler’in, Karahanlılar’ın,
Büyük Selçuklular’ın ve Türkiye Selçukluları’nın hükümdarları ve hanedan
mensubu erkekleri de hacca gitmemişlerdir. Sadece bu devletlerin değil,
Osmanlılar ile çağdaş olan Babür, Safevî ve Avşar devletlerinin hükümdar
ailelerine mensup erkekler de hacı olmamışlardır. Bizde ve diğer Türk
devletlerinde hacca giden hanedan mensupları, birkaç kadından ibarettir.
19. yüzyıla kadar İstanbul’dan hacca gidip gelmek yaklaşık
dokuz ay sürüyordu ve Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetim sistemi, bir hükümdarın
bu kadar uzun müddet merkezden ayrı kalmasına uygun değildi. Böyle bir
yolculuğa çıkan padişahın döndüğünde tahtını elinden gitmiş olarak bulması
ihtimali oldukça yüksekti, üstelik İran ve Habsburglar gibi iki büyük düşmandan
dolayı, padişahların merkezden uzaklaşmamaları gerekiyordu.
AVRUPA’YA GİTTİLER AMA...
Bu konuda tartışılması gereken husus, 19. yüzyılın ikinci
yarısından itibaren ulaşım imkânlarının artması sayesinde hac yolculuğunun
süresinin kısalmasına ve Osmanlı tahtının da bir sisteme bağlanmış olmasına
rağmen padişahların hacca niçin gitmedikleri konusudur.
Sultan Abdülaziz 19. yüzyılın ortalarında Avrupa
başkentlerine gitmiş, Sultan Reşad da Kosova’da uzun bir geziye çıkmıştı ancak
hacca gitmemişlerdi.
Padişahlar, hacca gitmediler ama kendileri için her sene
birden fazla vekil gönderdiler. Şehzadelere denetimden uzak kalıp siyasî
etkinlik fırsatı bulabilecekleri endişesiyle hacca gitmelerine zaten izin
yoktu.
Murat BARDAKÇI.Habertürk.3 Ocak 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder