Ömer Muhtar (1862 -
1931)
Libya’daki direnişin öncüsü ve sembolü Ömer Muhtar, 1862
yılında Libya’nın Defne bölgesinin Batnan kasabasında doğdu. Annesinin ismi
Aişe binti Muharib’tir. Ömer Muhtar ilk öğrenimini babası Muhtar’dan aldı.
Babası 1878 yılında Hac vazifesini yerine getirirken vefat edince onun ve
kardeşi Muhammed’in yetiştirilmesini babasının yakın arkadaşı Seyyid El Giryani
üstlendi.
Giryani, Ömer Muhtar’ı ve kardeşini Cağbub’taki İslâmi
Bilimler Akademisi’ne yazdırdı ve Ömer Muhtar burada sekiz yıl köklü bir din
eğitimi aldı. Öğrenim görürken bir yandan da kendisini sanat dallarında
yetiştirdi ve marangozluk, ziraatçılık, demircilik ve duvar ustalığı gibi el
becerilerini elde etti.
Muhtar’ın liderlik vasfı ve saygın kişiliği kendisine önemli
görevler verilmesini sağladı. Cağbub Üniversitesi’nin temsilcisi olarak Sudan
ve Mısır’a gönderildi. Çeşitli heyetlere başkanlık da yapan Ömer Muhtar,
kabilelerin arasında çıkan anlaşmazlıklarda arabulucu olarak görev aldı.
Çağbub Üniversitesi’ndeki eğitimini tamamladıktan sonra Kasur
zaviyesinin başına getirildi. Daha sonra güneydeki Ayn Kalak zaviyesi
şeyhliğine atandı. Gayretleri ile bu bölgeye Fransız işgal güçlerinin girmesini
engelledi. Daha sonra tekrar Kasur zaviyesi imamlığına getirildi ve bu görevini
İtalya’nın Libya’ya saldırdığı 1911 yılına kadar sürdürdü.
SENUSİ HAREKETİ
Ömer Muhtar birçok Kuzey Afrikalı Müslüman gibi Senusi
tarikatına mensuptu. 19.yy’da Kuzey Afrika’da teşekkül eden bu tasavvuf ekolu
kısa zamanda çok hızlı bir inkişaf göstermiş, içinde barındırdığı dinamizm ile
Sömürgeci güçlere karşı Afrika Müslümanların soluğunu daima diri ve taze
tutmuştur.
Bir tasavvuf ekolünden ziyade bir ıslahat hareketi olarak
görülebilecek Senusi hareketi, tarikat ve tasavvufu asli güzelliğine
döndürmeyi, onu bir miskinler ocağı olmaktan çıkarıp, hayatın her yönünü
kucaklayan bir hizmet kurumuna dönüştürmeyi hedef almıştı.
Merhum allame Üstad Ebul hasen en Nedvi “Hakiki tasavvuf”
adlı eserinde Senusiliğin tasavvufla cihadı, mücahedeyle mücadeleyi
birleştirmenin en parlak örneği olduğunu dile getirmekdir. İslâmi diriliş
hareketleri adlı eserinde Mustafa İslamoğlu'nun tespiti de aynı istikamettedir:
"Mücadele ve mücahede alanlarının hepsinde birden seferberlik ilan edip
iki kanatla birlikte uçabilme iftiharı son iki yüzyıllık İslami diriliş
tarihinde sadece Senusilere aittir.”
İTALYA’NIN LİBYA’YA SALDIRMASI
Batılı devletlerinin sömürge kurma yarışında çok geç kalan
İtalya uzun zamandır Libya topraklarına göz dikmiş, fakat Abdülhamit'in
dirayetli idaresi sayesinde buna fırsat bulamamıştı. İtalyanlar, Abdülhamid’in
tahttan düşürülmesinden sonra bu fırsatı bulabilmişti.
Mısır’ın İngiliz işgalinde olması, Osmanlı devletinin deniz
gücünün neredeyse olmaması vs. gibi sebeblerden dolayı, İtalyanlar, 27 Eylül
1911’de Osmanlı hükümetine verdikleri ültimatomla Trablusgarb’a çıkartma
yaptılar.
İtalya askeri yetkililerinin hesabı işgalin 15 günde
tamamlanacağı yönündeydi. Fakat bir avuç Osmanlı kuvveti ile dayanışma içindeki
Libya halkı büyük bir direniş sergiledi. İtalyan askerleri kıyıdaki sahil
kentlerinin çevresinde sıkışıp kaldı. Savaş çıkmaza girdi.
Balkan harbinin başlaması ile İtalya ile uzlaşma yoluna
giden Osmanlı devleti’nin zaten az sayıda olan kuvvetlerinin çekilmesi ile
Libya halkı İtalyan güçleri ile başbaşa kaldı.
Bu sırada umum Senusi mücahidinin başı Seyyid Ahmed eş Şerif
es Senusi idi. Senusi hareketi ilgili bir çalışma hazırlayan Kadir Özköse bey,
Seyyid Ahmed için şunları söylemektedir: “Kuzey Afrika’nın sömürgeci
yöneticilerine, hiçbir isim, onun ki kadar uykusuz geceler geçirtmedi. Hatta
19. yüzyılda Cezayirli kahraman Emir Abdülkadir’in veya Fransız yönetiminin
başına büyük belalar açan Faslı Abdülkerim’in ismi bile.”
İtalyan güçlerini kıyıya sıkıştıran mücahidler, son darbe
için hazırlık yapıyorlardı. Kendisine yapılan barış tekliflerini elinin tersi
ile iten Seyyid Ahmed şöyle haykırıyordu: “Gençleri ihtiyarlatacak kadar
şiddetli ve uzun sürecek bir savaş istiyoruz; günden güne şiddet ve ciddiyet
kazanmakta olan bu savaş yalnız yöresiyle sınırlı kalmayacaktır.
Etrafımda “La ilahe illallah Muhammed’un Resulullah” hükmünü
kabul eden bulundukça, ruhum bedeninde kaldıkça, hatta Trablus’un dışında bile
cihadı sürdürmemiz mümkün olcaktır. Şimdiki gibi binlerce,milyonlarca sadık
mücahid bulunduğu zaman değil, belki yanımda bir gülle, bir fişek kaldığı zaman
bile barışa gelemem.”
Tam bu sırada Senusi hareketinin ve de Libya halkının
kaderini etkileyecek bir olay gerçekleşti ve I. Dünya Savaşı patlak verdi.
Seyyid Ahmed, bu savaşa girme taraftarı değildi. Zira Libya’nın tek yardım
kapısı olan Mısır’da hareketlerine göz yuman İngilizlere hücum etmek intiharla
eş anlamlıydı. Osmanlı devlet erkanının planı ise, Mısır üzerine yapılacak
kanal harekatında, Senusi güçlerinin Libya tarafından vurmasıyla İngilizleri
Mısır’da boğmaktı.
Senusi kamplarına gelen Osmanlı subayları, Seyyid Ahmed’i
iknada çok zorlandılar. Almanya’nın gücünü, Mısır’ın Osmanlı idaresine geçmesi
ile mücahidlerin Libya’da rahat bir nefes alacağını izah etmeye çalıştılar.
Fransız ve İtalyanlar’la birlikte bir üçüncü cephe açmak istemeyen şeyh,
sonunda gittikçe artan ısrarlar karşısında kerhen de olsa, Senusi mücahidlerine
İngiliz hududuna saldırı emrini verdi.
İngiliz güçlerinin şaşkınlığı sebebiyle hızlı bir ilerleme
gösteren Senusi kuvvetleri, İngilizlerin karşı hücuma geçmesi ile ağır
kayıplara uğrayıp, Trablus’un iç kesimlerine çekilmek zorunda kaldılar.
Öte yandan, Süveyş kanalı civarında Cemal paşa emrindeki
Osmanlı birliklerinin başarısız harekatları bütün planları suya düşürdü. Ve bu
anlamsız hücum Senusilerin Mısır erzak yolunu tehlikeye düşürmekten başka
hiçbir işe yaramadı.
Senusi şeyhi, bu ağır yenilgiden sonra bir kere daha Osmanlı
devlet adamlarının iknasına boyun eğdi ve halifenin çağrısı üzerine mücadeleyi
yarıda bırakarak bir denizaltı ile payitahta geldi ve 1933’te vefatına kadar
bir daha Libya’yı göremedi.
İstanbul’da büyük şâşâ ile karşılanan, yoğun ilgiye mazhar
olan bu büyük mücahidi daha sonra Kuva-i milliyeye destek için Anadolu’yu karış
karış gezerken görüyoruz. (Seyyid Ahmed’in hayatı için bkz.Muhammed
Senusi-Kadir Özköse-İnsan yayınları-İstanbul-2000)
Seyyid Ahmed’in ayrılması ile yerine Seyyid Muhammed İdris
geçti. Bu sıralar İtalya büyük çalkantılar içindeydi. 1922’den itibaren Benito
Mussolini liderliğinde Faşistlerin İtalya’da egemenliği ele geçirmesi, Libya
üzerindeki kara bulutların daha da artmasına sebeb oldu.
İtalya’yı Roma imparatorluğu devrindeki azametine döndürme
hülyaları kuran İtalyan “Duçe”si, Trablusgarb’taki direnişin ezilmesini, Senusi
mukavemetinin kırılmasını birinci öncelikli iş olarak görüyordu. Evvel emirde
İdris Senusi ile yaptıkları tüm anlaşmaları fesheden İtalyanlar, 1923 yılında
ikinci işgallerine başladılar.
Merhum Muhammed Esed’in ifadesiyle “eline kılıçtan çok
kalemin yakıştığı” Emir İdris ise beklenen İtalyan saldırısı öncesi Libya’yı
terk ederek Mısır’a yerleşti. Yerine kardeşi Muhammed Rıza ile amcazadesi
seyyid Seyfeddin’i vekil bıraktı.
Fakat onlar da, kendisi gibi cihadın yükünü ve liderliğini
yapabilecek şahsiyetler değillerdi. Ani İtalyan baskını ile bir an afallayan
mücahidler, kısa bir süre içinde bir büyük liderin etrafında toparlandılar.
Daha önceki muharebelerde askeri dehası ile Osmanlı subaylarının dahi dikkatini
çeken ve bir Senusi liderinin “Onun gibi on insan olsaydı, bize yeterdi” dediği
bu kahraman Ömer Muhtardı.
ÖMER MUHTAR’IN HAREKETİN LİDERLİĞİNİ ÜSTLENMESİ
Ömer Muhtar direnişin liderliğini üstlendikten sonra,
emrindeki kabileleri 100-300 silahlı atlı ya da yaya olarak küçük grublar
halinde organize etti. Bu güçler birer vurucu tim şeklinde idi.
Çok hızlı ve seri hareket kabiliyetleri ile İtalyan askeri
kollarına, nakliyelerine, karakollara baskınlar yapıyor ve bir anda ortadan
kayboluyorlardı. Ömer Muhtar, emrindeki güçler ile İtalyan kuvvetleri arasında,
1923’ten 1932’ye kadar her yıl en az elliden fazla muharebe, ikiyüzden fazla
küçük ölçekli çatışma cereyan ediyordu.
İtalyanların savaştığı sadece organize edilmiş bir kısım
Senusi birlikleri değildi. Topyekün Libya halkına karşı savaşıyorlardı. Tam bir
abluka ve çember içindeki halk bir ölüm-kalım savaşı vermekteydi. Ömer Muhtar,
hereketin merkezi olarak karargahını Calu vahasının Cebel-i Ahdar (Yeşil dağ)
bölgesine kurdu.
Her başarılı lider gibi Ömer Muhtar da istihbarata çok önem
vermekteydi. Korkuyu kaçışı akıllarından silmiş bulunan Senusi kuvvetleri,
İtalyan garnizonları arasında mekik dokumaya başladılar. Hatta bedevi çoban
kılığına girerek İtalyan birliklerinin arasında dolaşmakta ve onların hareket
stratejilerini daima kontrol etmekteydiler. Senusilerin giriştikleri
çarpışmalar belirsiz ama yaygın bir hal arz etmekte, saldırılar akıl almaz bir
halde sürmekteydi.
İtalya’nın Sireneyka valisi Teruzzi, İtalyan birliklerinin
içine düştüğü çıkmazı şöyle anlatmaktaydı: “İtalyanların, Senusiler
karşısındaki askeri üstünlükleri beş para etmemekteydi. Çünkü savaştığımız
güçler düzenli bir ordu değildi. Karşı güçler bir insicam içerisinde hareket
etmekteydi. Güçler aynı pozisyonda olsa, ayaklanmaların bastırılması sözkonusu
olabilirdi.
İtalyan birliklerin çoğu hep savunma durumunda kaldı.
Senusilerin direnişi karşısında 5000-10.000 kişilik ordularımız başarılı
olamamaktaydı. Çünki mücahidler hiçbir kayıt ve engel tanımamaktaydılar. Zaten
kaybedecekleri neleri kalmıştı ki?...Onlar için, esaret ölümden daha beterdi.
Yaşadıklari topraklarda boyunduruk altında bulunmayi zulüm saymaktaydılar.
Bugün bir yerde ortaya çıksalar, yarın 50 km ötede, ertesi
gün 100 km ötede gün yüzüne çıkarlardı. Bir ay ortadan kaybolur, bir süre sonra
masum bedevi kılığına girdikleri olurdu. Ya da ormanlıklara dalarak izlerini
kaybettirirlerdi.
Küçük grublar halinde bulunan, yakalanması mümkün olmayan,
çevik, atak, hızlı hareket eden bu ateş parçalarına karşı güçlü askeri
birliklerin ne anlamı vardı ki...Gündüzleri biz İtalyanlar, geceleri Senusiler
hakim oluyordu.”
Mücahidlerin kesin başarısı için iyi bir teşkilatlanma
gerekiyordu. Bu da bir kısım ekonomik ve askeri yardımları gerektiriyordu. Ömer
Muhtar, bir ara bunu temin için gizlice Mısır’a gitti ve İdris senusi ile bir
takım görüşmelerde bulundu.
Ancak İdris, Mısır ve İtalyan hükümetlerinin arasını açmamak
için böyle bir yardımı kabul etmedi. Ömer Muhtar’ın Mısır’da olduğunu öğrenen
İtalyan gizli haber alma örgütü, onun barış masasına oturması için ikna etmek
üzerine bazı ajanlarını Mısır’a gönderdi. Bu ajanlar Ömer Muhtar'ı Mısır’da
bulup ona kendilerine göre cazip tekliflerde bulundular.
Eğer cihad hareketinden vazgeçer ve teslim olursa kendisine
Bingazi’de en güzel bir köşk, hayatının sonuna kadar rahat yaşayacağı yüklü bir
maaş, ve ekonomik yardımlar teklif ettilerse de, bu büyük dava adamından tarihi
bir şamar yiyerek elleri boş dönmek zorunda kaldılar. Şöyle kükremişti Çöl
Arslanı: “Ben her isteyenin böyle kolayca yutabileceği bir lokma değilim...beni
kimse imanım, davam ve cihadımdan alıkoyamayacaktır. Allah onların iştahlarını
kursaklarında bırakacaktır.”
İdris es Senusi ile yaptığı görüşmelerden ümidini kesen Ömer
Muhtar, Mısır’lı müslümanların kısmi yardımlarını alarak, beraberindeki heyet
ile Cebelü’l-Ahdar’a
döndü. Dönüş yolunda İtalyanlar tarafından planlanan bir
suikast da başarısızlıkla sonuçlandı.
1 Şubat 1924 tarihinde Seyyid Ahmed eş Şerif’e yazdığı
mektupta haklı olarak şunları ifade ediyordu: “Selamdan sonra..
.Biliniz ki biz vatanımızın acıklı ve ıstırablı bir hayat
yaşayan evlatlarıyız. Vatan, istila kuvvetlerinin çizmeleri altında inliyorken,
İdris es Senusi çıkıp Mısır’a gitti. Arkasından İtalyanlar, yapılan bütün
anlaşmaları iptal ettiler. İdris, bizi bırakıp Mısır’a iltica etti. Biz ise,
kendimizi son derece dağınık bir vaziyette bulduk. Gittiği yönü, doğu ve
batısını bilmeyen ve denizin ortasında yüzen bir gemi gibi terkedildik. Sen de
aynı şekilde bizi bırakıp Türkiye’ye gitmeyi tercih ettin. Şunu bilin ki,
vallahi, vallahi ve sümme vallahi sizi yakalarınızdan yakalayacağımız günler
olacak... Sübhanallah... Tatlı olduğu ve meyve verdiği günlerde vatanınıza
sahip çıkıyordunuz da, acıklı günlerde nasılda terkedip gidiyorsunuz?
Mısır’a, İdris’in yanına vardık. Ondan yardım istedik. Fakat
bize, “gidin, kendi başınızın çaresine bakın, bizim size yapabileceğimiz hiçbir
yardım yoktur” diye bizi eliboş gönderdi. Yanaklarımızı sulayan acı
gözyaşlarımızla, Mısır’dan cephemize döndük. Ancak, şunu iyi biliniz ki, biz
Allah’a tevekkül ederek vatanımıza geri döndük ve kanımızın son damlasına kadar
dinimizi, vatanımızı ve canlarımızı savunarak asla düşmana teslim olmamak üzere
ahdettik.
Ancak yine de bir çok şeye muhtacız. Özellikle silah, sonra
para, yiyecek ve giyeceğe şiddetle muhtacız. Yardımcımız Allah’tır,
Allah...Acele edin...Yardımda süratli davranın imkanınız ne elverirse, az veya
çok demeyin.”
Mücahidler binbir yokluk içinde kıvranırken, işgal güçleri,
modernize olmuş birlikleri ile artık kesin bir darbe için hazırlanıyorlardı.
Kuvvet dengesi olmayan bu çirkin savaşta, İtalyanlar için her şey mübahtı.
Direniş güçlerinin halktan yardım görmelerini engellemek için bölgedeki
hayvanlar telef edilmekte, mahsuller, ürünler zarara uğratılmakta ve ormanlar
yakılmaktaydı. İtalyanlar bu ikinci işgal döneminde hava kuvvetlerini ve zırhlı
araçları azami bir şekilde kullandı.
Bu da mücahid kayıplarının giderek artmasına sebep oluyordu.
Ormanlıkların ateşe verilip, ortadan kaldırılması sonucu, gerilla güçlerinin
seyri kolaylıkla kontrol edilebilir hale gelmişti. İtalyanlar sadece 1923-1929
yıllları arasında 141.766 küçük ve büyük baş hayvanı katlettiler. Yine bu
yıllar şehid edilen mücahid rakamı İtalyan verilerine göre 4329’du.
Fakat bütün önlemlere rağmen Libya halkının direnişi, Senusi
mukavemeti kırılamıyordu. Roma hükümeti beş sene içinde Sireneyka’ya beş vali
göndermek zorunda kaldı;Bongiovanni, Mombelli, Teruzzi, Siciliani ve son olarak
meşhur Graziani.
"Biz asla teslim olmayız. Ya kazanırız,ya ölürüz.
Bizden sonraki nesillerle de savaşacaksınız. Bana gelince. Ben, cellatlarımdan
daha uzun yaşayacağım." Ömer Muhtar
ÖLÜM KALIM SAVAŞI
İtalyanların üstün silah ve insan gücüne karşı mücahidler
inatçı bir direniş sergilediler. Çatışmaların dozu gün gittikçe arttı. Bazı
araştırmacılar sadece 20 aylık bir zaman diliminde Senusi güçleri ile İtalyan
ordusu arasında 263 çarpışma geçtiğini belirtmektedirler ki, bu da mücadelenin
şiddeti konusunda bize bir fikir vermektedir. İtalyan kuvvetleri ilk yıllarda
ciddi kayıplara uğradılar ve mücahidîne karşı bir üstünlük sağlayamadılar.
Mesela Haziran 1923’de Sirte’de meydana gelen bir çatışmada
İtalyanlar 13 subay ve 300 asker kayıp verdiler. Genel itibarıyla mücahidler
karşısında perişan olan İtalyanlar hınçlarını masum halktan çıkarıyorlardı. Bu
ise direnişe olan desteğin gittikçe artmasına sebep oldu ve Mussolini’nin
dediği gibi “Siri, yeşil bitki örtüsüyle kan rengine bulandı.”
1927 yılı mücahidler için zaferlerle dolu olarak geçti. Mart
ayında İtalyanların 7 taburundan 50 askeri araç pusuya düşürüldü. Üç yüzden
fazla İtalyan askerinin öldürüldüğü bu çatışma ile alakalı İtalyan general
Mezetti şöyle demektedir: “Mart 1927’de gerillalar bize karşı önemli bir başarı
kazanmıştır.
Toplam 1200 piyade ve 400 süvari gücüyle,
Kaulan-Gerrari-Maaua-Gerdes Abid boyunca uzanan hatlarımızı yararak Cebelü’l
Ahdar’ın merkezini ele geçirdiler. Cebel’den Bir Gandula, Sira, Kasr Benigdem,
Gergerumma ve sahile kadar uzanan karakollarıyla bizim işgal kuvvetimizi iki
kısma böldüler. Kuf bölgelerinde 200 faal asker gerillaların emrinde
bulunuyordu.”
Yine bu dönemdeki çatışmalarda mücahidler pek çok düşman
uçağını düşürdüler, çok sayıda üst rütbeli subayı öldürdüler. Ve fazla miktarda
cephane ve topu ganimet olarak kazandılar. Buna karşı İtalyanlar da yeni
tedbirler düşünmeye başlamışlardı.
Öncelikle cepheyi içten çökertmenin yollarını aradılar ve
kesenin ağzını açtılar. Böylece 13 tane kabile şeyhini satın aldılar. Bu
işlerin gerçekleşmesinde Ömer Muhtar’ın çocukluk arkadaşı, Senusi davasına
ihanet eden Senusi şeyhi Şerif el Giryani önemli bir rol oynadı.
CEPHEDE SARSINTI
Savaşın gittikçe uzaması, katliam ve kıtlığın insanları
telef etmesi, İtalyanların bazı kabile reislerini vaatlerle kandırması mücahit
cephesinde bir karışıklığa sebep oldu. Çeşitli kabile şeyhleri Ömer Muhtar’a
İtalyanlara teslim olmasını ve bölgelerinden çekilip gitmesini, aksi takdirde
kendisi ile savaşacaklarını ilettiler. Böyle tehlikeli bir vaziyette metanetini
elden bırakmayan Ömer Muhtar bütün kabile reislerini umumi meşverete davet
etti.
Kasr el Mecahir’de akdedilen geniş çaplı toplantıda herkes
özgürce reyini ortaya koydu. Ortamın alabildiğine gergin ve elektrikli olduğu
bir anda Ömer Muhtar sürekli cebinde taşıdığı küçük mushafını çıkararak elini
onun üzerine koydu ve tarihe geçen şu mükemmel sözlerle herkesi susturdu:
“Vallahi, Ya zafer veya şehadete ermeden bu dağları terk etmeyeceğim ve
İtalyanlara karşı devam eden bu savaşı asla durdurmayacağım.
Mısır’a gitmek isteyenler buyurup gitsinler, İtalyanlara
teslim olup ölümden kurtulmak isteyenler de teslim olsunlar, hiç kimse onları
tutmuş değildir.”
Liderin bu kesin azmi ve kararlılığı karşısında teklif
sahipleri özür dilediler ve bu toplantı büyük bir vahdet havası içinde sona
erdi.
ARTAN BASKILAR
İtalyanlar bir halk hareketi karşısında olduklarının
farkındaydılar.
General Mezzetti bir raporunda buna şöyle değiniyor:
“Direniş buralarda tarihe mal olmuştur ve kural tanımayan bu insanlara tarih
boyunca silahlı kuvvet zoruyla kanun ve nizam empoze edilebilmişti.
Cihad ruhuna sahip bu göçer insanları çiftlik sahalarına ve
şehirlere çekmeden pek fazla bir şeyin değişmeyeceğini söyleyebiliriz.”
İtalyanlar Senusi mukavemetinin kaynağını kurutmak üzere
halkı sahil şehirlere yakın yerlerde kurdukları esir kamplarında toplamaya
başladılar. 1929 yılına gelindiğinde durum şu vaziyette idi; sahildeki bütün
şehirler ve Cebel-i Ahdar’ın kuzey tarafları İtalyanların sıkı kontrolü
altındaydı. İtalyanlar bu tahkim edilmiş noktalar arasında hava filoları ile,
mekanize birlikleriyle ve özellikle sömürgeleri olan Eritre’den getirdikleri
zavallı insanlardan oluşturdukları piyade askerleri ile sürekli devriye
geziyorlardı.
Artık gerillaya karşı onun usulüyle çarpışıyorlardı. Senusi
mukavemetinin belkemiğini oluşturan bedevilerin beklenmedik saldırılara, hava
baskınlarına uğramadan bölgede dolaşmaları hemen hemen imkansız gibiydi.
Bir bedevi kampını keşfeden keşif uçakları çoğu zaman
telsizle durumu en yakın İtalyan birliğine haber veriyor ve uçaklardan açılan
makineli tüfek ateşi kamp sakinlerinin toparlanıp bir yere sığınmalarını
önlerken, nereden çıktığı belli olmayan bir kaç zırhlı araç kampı kuşatıp,
namlularını dosdoğru çadırlara, develere, kadın, çocuk, yaşlı ayırımı
gözetmeksizin insanlara çevirerek kampları yerle bir ediyorlardı.
Bu katliamdan sonra sağ kalan canlılarsa sürüler halinde
zırhlı araçların önüne katılıp kuzeye doğru, İtalyanların sahil yakınlarında
kurdukları müstahkem toplama kamplarına götürülüyorlardı.
Buna rağmen mukavemet durmuyordu. General Mezzetti, 1 Aralık
1928’de yazdığı raporunda şöyle diyor: “Bölgede siyasi ve askeri bir
organizasyon gerçekleşmeden, Ömer Muhtar’ın siyasi ve askeri örgütünün
çökertilmesi ve bölgenin kontrol altına alınması mümkün değildir.”
MÜTAREKE GÖRÜŞMELERİ
1929’da Valiliğe atanan Badoglio, genel af ilan etti ve
teslim olmayıp direnişe devam edecekleri, kötü bir şekilde bastıracağını
bildirdi. Öyle ki, Badoglio, “Berka Kasabı” namıyla anılır oldu. Ama ne halka
karşı savurduğu tehditler, ne de af söylentisinin çok büyük bir tesiri
görülmedi.
Şubat-Mart 1929’da gerilla saldırıları daha da arttı. Ömer
Muhtar, İtalyan güçlerinin yoğun bombardımanları altında büyük bir direniş
sergiledi.
Fakat savaşa kısa bir süre ara verilmesi mücahidlerce de
uygun olacaktı. Ömer Muhtar ve arkadaşları 13 Haziran’da vali yardımcısı
Sciliani, 18 Haziranda Badoglio ve 28 Haziranda tekrar Sciliani ile Cebel’in
değişik yerlerinde görüşmeler yaptılar.
İki aylık süren mütarekenin sadece bir oyalamadan ibaret
olduğunu gören Ömer Muhtar, Ekim ayında mütarekeyi bozdu ve çatışmalar tekrar
başladı.
8 Kasım 1929’da Mücahidler Bingazi’deki İtalyan karargahına
saldırı düzenlediler. Buradaki İtalyan birliğini tamamen ortadan kaldırıp,
karargahı havaya uçurdular. Bu ise sömürgeciler arasında büyük bir şaşkınlık
doğurdu. Sonunda Mussolini duruma el attı ve harekatın başına general Rodolfo
Graziani getirildi.(10 Ocak 1930)
GRAZİANİ
Graziani sömürgelerde özel olarak yetiştirilmiş,
komutanların en tecrübeli ve en acımasız olanıydı. Önce bir analiz yapan
General, durumu şöyle özetlemekteydi: “Savaş hali kızışmıştır. Müslümanların
kayıpları cüzidir. Ömer Muhtar yaralanmasına rağmen, hala yeni taktiklerle
saldırılarını düzenlemektedir.
Direniş Senusi kaynaklıdır. Bu hareket, bir grup veya bir
şahsa indirgenemez. Gerektiğinde yeni kitle ve dipdiri başka bir liderle
hareket devam edecektir.” Bu analizleri yapan Graziani şu tedbirleri aldı:
1-Senusi tekkelerini kapattı, şeyhlerini yurt dışına sürdü,
malvarlıklarına el koydu.
2-Halkın silahsızlandırmasına büyük ağırlık verdi, silah
aramalarını arttırdı.
3-Seyyar mahkemeler kurdurup halka kan kusturdu. Bu
mahkemelerin çoğu idam ile neticelendi.
4-Toplama kamplarını genişletti ve bütün bir ülkeyi abluka
altına aldı. Kamplardaki yaşama koşulları tam bir vahşet örneğiydi. Bu kadar
insanın dörtte birini bile doyuracak erzak yoktu. Esirler ve gasp edilen
hayvanlar arasında ölüm oranı tüyler ürperticiydi.
5-Mısır hududunda 300 km’lik bir alanı dikenli tel örgülerle
sardı.
6-Çöl yollarını uçak devriyeleriyle sürekli gözetim altında
bulundurdu
7-İtalyan hükümetinin emrinde çalışan yerli memur ve
askerleri hainlikle suçlayıp pasifize etti.
8-Mısırla olan her türlü ticareti yasakladı, Cebel-i Ahdar
halkının ekonomisini kontrol altına aldı.
Bütün bu tedbirlerden sonra müslümanlara karşı ard arda bir çok
baskınlar ve saldırılar düzenlendi. Baskınlar sürmesine rağmen Ömer Muhtar hala
operasyonlarına devam ediyordu. 11 Nisan 1930’da El Faidiyye üzerinde büyük bir
saldırı düzenleyen mücahidler, İtalyanları unutamayacakları bir hezimete
uğrattılar.
Graziani, bu hususta hatıralarında şunları kaydeder: “Bu
hezimet bizim moralimizi bir hayli bozup kalplerimize büyük bir sıkıntı verdi.
Buna karşılık bu yenilgimiz, mücahidlere büyük bir moral verip, maneviyatlarını
bir hayli kuvvetlendirmişti.
Bunun üzerine Ömer Muhtar, mücahidlere hitaben şöyle
seslenmişti. “Şayet Bingazi’den Cebel’ül Ahdar’a doğru gürleyen bir aslan sesi
işitirseniz, sakın korkmayın. Zira olaylar ve zafer dolu günler size aslan
kürkü içinde yatan bir eşşeğin olduğunu gösterecektir.”
Graziani bunun üzerine, 16 Haziran 1930’da bizzat koordine
ettiği birliklerle(13.000 kişi) Fayed bölgesindeki Ömer Muhtar’ın üzerine
yürüdü. Başaracağından o kadar emindi ki, Vali Badoglio’yu zaferini kutlamaya
davet ediyordu.
Fakat çok güçlü bir istihbarata sahip Ömer Muhtar, mücahid
kuvvetlerini küçük gruplara ayırarak birbirinden uzak noktalara pusuya
yerleştirdi. Sonuçta müslümanlar çok az bir kayıp vererek Graziani’yi eli boş
gönderdiler.
Bu şok yenilgiden sonra Badoglio, Graziani’ye gönderdiği
mektupta şöyle yazmaktaydı: “Şimdiye kadar Siri’de “uzun menzilli” diye
adlandırdığınız, uzak noktalardan gelip bir hedefe hareket eden harekatlarınız
hep başarısız olmuştur. Ve mevcut şartlar değişmedikçe de her zaman
başarısızlığa mahkum kalacaktır. Çünkü, bu son olaydaki yenilgi ilk olan
yenilgi değildi. Halk ve sahradakiler, zaten güçlü bir istihbarata sahip
direnişçilerle öyle bir iş birliği içindedirler ki, bizim attığımız adımdan
anında haberdar olmaktadırlar. Ömer Muhtar’ın başarısını bu haber alma
servisine bağlamak gerektir.”
Badoglio, düşmanı Ömer Muhtar’ın dehası içinde şu itirafları
yapmak zorunda kalmıştı: “Bu direniş bir kişinin omuzlarındadır. Ömer Muhtar,
bu işi kimseye bırakmamaktadır. Bir çok başlı durumlarda kıskançlık ve iç
çekişmeye imkan olsa da, Ömer Muhtar’ın disiplinli dava arkadaşları buna fırsat
bırakmıyorlar. Her zaman ve durumda, sözü emir sayılmaktaydı. Savaş aleyhine
geliştiğinde, güçlü haber alma servisi sayesinde, savaşa ara veriyor. Bize
gelen bilgileri dahi yönlendirebiliyor.”
HAREKATTA DÖNÜM
NOKTASI:KUFRA’NIN DÜŞÜŞÜ
Graziani, hem prestijini kurtarmak hem de mücahidlerin Mısır
hududundan yardım almalarının önünü kesmek için seleflerin yapamadığı bir işe
karar verdi. Libya’nın güneyinde İtalyanların ulaşamadığı tek toprak parçası
olan Kufra’yı işgal etmek. 1930’un sonlarında yapılan hazırlıklardan sonra,
1931 Ocak ayında çöl aşıldı ve Kufra düştü. İtalyanların burada yaptığı
katliam, işkence ve tecavüzler dillere destandır.
Graziani, teslim olan halkın gözleri önünde Kur’an-ı Kerim’i
paramparça edip, ayaklarının altında çiğneyerek “Haydi, çağırın da (hâşâ)
bedevi peygamberiniz yardımınıza gelsin” demiş, ertesi günü şehrin ileri gelen
uleması uçaklardan atılmış, vahadaki bütün hurma ağaçları kesilmiş, kuyular
yakılmış, Mehdi Senusi’ye ait tarihi kütüphane alevlere teslim edilmiş ve
insanların namusları kirletilmişti.
Kufra’nın elden çıkmasıyla mücahidlerin elinde korunmasız
Cebel’ül Ahdar kalıyordu ki, burası da İtalyanların gittikçe sıklaşan kontrol
ve gözetimleri altında her gün adım adım elden çıkıyor,yavaş yavaş fakat geri
dönülmez bir biçimde çember daralıyordu.Artık Cebeldeki savaşın son devresi
başlamıştı...
Ömer Muhtar, bu durumu 1931 Ocağının son günlerinde Mısır
hududunu gizlice geçip, kendisiyle görüşen Muhammed Esed’e şöyle ifade etmişti:
“Sen de görüyorsun ya evlat, gerçekten biz artık bize tanınan vadenin sonuna
gelmişiz. Savaşıyoruz, çünkü düşmanı bu topraklardan söküp atıncaya kadar ya da
bu uğurda ölünceye kadar imanımız ve özgürlüğümüz için savaşmak zorundayız.
Başka yolu yok. Allah’a aidiz ve O’na döneceğiz.
Kadınlarımızı, çocuklarımızı Mısır’a gönderdik ki, Cenab-ı Allah bizi ölüme
çağırdığı zaman arkamıza dönüp bakmayalım.”
ESİR DÜŞMESİ VE
VEFATI
Ve 11 Eylül 1931...Ömer Muhtar ve yanındaki bir kısım
mücahidîn Sılanta mevkiinde bulunan Hz. Muhammed (S.A.V.)’ın sahabelerinden
Sidi Rafi hazretlerinin kabrini ziyaret etmeye karar verdikleri zaman
İtalyanların tuttuğu bölgenin içersine girmişlerdi. İtalyan istihbaratı onun
varlığını haber almıştı.
Vadiyi her yönden saran kuvvetlerin oluşturduğu çemberi
yarmanın imkanı yoktu. Mücahidler son nefeslerine kadar çarpıştılar. Son anda
Seydi Ömer’in de atı vurulup yıkıldı ve onu yere düşürdü. Ama bu yetmişini
geçkin ihtiyar aslan yılmadı, kendini toparlayıp tüfeğini ateşlemeye devam
etti.
Elinden yaralananınca tüfeği diğer eline aldı. Artık yapacak
bir şey kalmayınca, askerler üzerine çullandılar ve onu esir ettiler. Önce
Sûse’ye sonra Bingazi’ye 60 km uzaklıktaki Suluk’a götürüldü. Burada İtalyan
birliklerinin genel kumandanı Graziani’nin karşısına çıkartıldı. Bu görüşmedeki
tavırlarından etkilenen general onun hakkında şunları yazacaktır: “Odama
girdiği andan çıkıp gittiği ana kadar onun vakar ve haysiyetine son derece
hayranlıkla bakıp durdum. Onun tavır ve davranışlarını çok beğendim ve hayran
kaldım.”
Graziani, hatıralarında Ömer Muhtar hakkında şunları
demekten kendini alamaz. “Ömer Muhtar inancına, akidesine son derece bağlı bir
adamdı. Onun bu inancına saldırmaya kalkışana kim olursa olsun büyük bir
heyecan ve azimle karşı koyardı. O, vatanına saldıranlara karşı da korkusuzca
savaşıyordu. Vatanına yapılacak herhangi bir saldırıyı karşılıksız bırakmayı
kabullenecek bir şahsiyet değildi.”
“ O karşısındakine anında cevap verecek üstün bir zekaya
sahipti. Aynı zamanda Ömer Muhtar ileri seviyede dini kültüre sahipti. Onun
kesin tavırlı bir huyu vardı. O, dinine ait hiçbir şeyi ihmal etmeyecek ve
dinini herhangi bir maddi menfaat karşılığında satmayacak üstün bir kişiliğe
sahipti. Dünyevi hiçbir çıkar peşinde olmayan bir kişiydi.
Üstelik hayli fakir bir adamdı. Din ve vatan sevgisinden
başka hiçbir dünyevi şeye de malik değildi.” “Ona canlı ve hazır bir zeka
bahşedilmişti. Dini konularda iyi bir eğitim görmüş, hareketli,mütevazı ama
tavizsiz...”
Mücahidlerin teslim olması teklifini red eden Ömer Muhtar,
15 Eylül 1931 günü İtalyan sıkıyönetim mahkemesi tarafından göstermelik bir
duruşmaya çıkarıldı ve Graziani’nin daha önceden emrettiği gibi idam kararı
veren mahkemenin yüzüne şu tokadı savurdu: “Hüküm ve karar yalnız Allah’ındır.
Sizin bu sahte ve uydurma hükmünüzün hiçbir geçerliliği yoktur. İnna lillah ve
inna ileyhi raciun(Biz Allah’ın kullarıyız ve sonunda ona dönücüleriz)”.
Aynı gün, toplama kamplarından getirilen binlerce Libyalının
gözleri önünde gayet sakin ve korkusuzca idam sehpasına çıktı. Fecr suresinin
son ayetlerinden “Ey huzura ermiş nefis! Razı edici ve razı edilmiş olarak
Rabbine dön” ayetleri dilinde virdi zebandı... Özgürlüğü için her şeyi göze
aldığı yeşil dağlarına son bir kere daha baktı ve bir milleti yetim bırakarak
ebed alemine doğru kanatlandı. Yer Suluk çarşısı idi.
Son olarak Muhammed Esed’in 1932’de Medine’de onun
şehadetini haber aldığında ağzından dökülenleri nakledelim: “Ömer el Muhtar
öldü ha...Şu Sireneyka aslanı, yetmiş şu kadar yaşına rağmen halkının özgürlüğü
için yılmadan sonuna kadar savaşan Ömer el Muhtar öldü demek..
.On uzun yıl boyunca, on uzun ve çileli yıl boyunca en
modern silahlarla donatılmış mekanize birliklerle, uçaklarla, topçu
bataryalarıyla takviye edilmiş düşman ordularına, kendinden en az on kat daha
kalabalık İtalyan kuvvetlerine karşı halkın umutsuz direnişine bayrak olan Ömer
el Muhtar...
Piyade tüfeklerinden ve birkaç attan başka bir şeyleri
olmayan, yarı aç mücahidlerinin başında kocaman bir esir kampına dönüştürülen
bir ülkede son kurşununu sıkıncaya kadar umutsuz bir gerilla savaşı sürdüren
koca Ömer el Muhtar...”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder