Mevlana'nın Hayatı
Mevlana'nın asıl ismi Muhammed, lakabı ise Celaleddin'dir.
Eskiden "Diyar-ı
Rum" denilen Anadolu topraklarında, Konya'da yaşayıp vefat etmesi, şahsiyetini
orada kazanması ve şöhret bulması sebebiyle "Rumi" (Anadolu) nisbesi
ile anılır.
"Mevla-na"
'efendi-miz' demektir. ve hürmet maksadıyla ulema için kullanılırdı. Şeyh
Sadreddin Konevi'nin (ö. 1274), sohbetleri esnasında ona "Mevlana"
şeklinde hitap etmesinin, onun Mevlana lakab-ı alisiyle şöhret bulmasına sebep
olduğu da kaydedilmiştir.
"Hüdavendigar", "Hünkar",
"Hazret-i Mevlana", "Mevlevi", "Şeyh",
"Molla-yı Rumi", "Rumi", ve "Hazret-i Pir" lakab
ve ünvanları da onun için kullanılmıştır. Hazret-i Mevlana ve Hazret-i Pir
saygı hitapları, Mevlevi çevrelerinde ve Anadolu'da daha çok tercih edilmiştir.
Bugün İran ve Pakistan'da Mevlevi, Batı'da Rumi lakapları, onu anmak için
öncelikle kullanılmaktadır.
Babasının adı Muhammed Bahaeddin Veled'dir. Babası
Sultanü'l-Ulema lakabıyla meşhurdur. Annesi ise Belh emiri Rüknüddin'in kızı
Prenses Mü'mine Hatun'dur. Mevlana bugün Afganistan sınırları içerisinde yer
alan Belh şehrinde doğdu. Belh şehri, köklü bir tasavvufi geleneğe sahip
coğrafyalardan biriydi.
Mevlana'nın doğum tarihi, oğlu Sultan Veled'in Divan'ının
sonundaki bir kayıta göre 6 Rebiülevvel 604 (30 Eylül 1207)'dir. Ancak
araştırmacılar, Mevlana'nın doğum tarihini 597/1200'lü, hatta daha önceki yıllara
kadar götürmektedirler.
Mevlana'nın hayatını esasen 4 döneme ayırmak mümkündür.
1. Mevlana'nın Babasının Ölümüne Kadarki Hayatı (1207-1231)
Çocukluğunun ilk yıllarını doğduğu şehirde geçiren Mevlana,
Hanefi bir alim ve sufi olan babasının, sultanla arasında vuku bulan inanç ve
fikir ayrılıkları yüzünden, maiyetinde akraba ve müridlerinden oluşan büyük bir
kalabalık olduğu halde Belh'ten göç etmesi sebebiyle (1212 ?), ilmi ve fikri
hayatında önemli izler bırakan ve Konya'da sona eren uzun bir seyahat gerçekleştirir
Bu seyahat esnasında,
Nişabur'da ünlü sufi Feridüddin Attar'ın (Ö. 1230) iltifatına mazhar olan ve
ondan Esrarname adlı eserini hediye alan Mevlana, yorucu ve uzun göç boyunca
uğradıkları her yerde babasına gösterilen ilgi, saygı ve yakınlık dolayısıyla,
aralarında Avarifü'l-Maarif sahibi Ebu Hafs Ömer Sühreverdi'nin (ö. 1234)'de
bulunduğu, iktidar ve ilmiye sınıfından devrin ileri gelen pek çok şahsiyeti
ile tanışma fırsatı bulmuştur.
Bahaüddin Veled'e ilgi öylesine büyüktü ki, konaklanan her
şehirde sultanlar kendisini ağırlamak için araya hatırı sayılır kişileri elçi
olarak koyuyorlardı. Fakat o her zaman, bir medresede konaklamayı tercih
etmiştir.
Kervan her şehirde
bir müddet konaklamak kaydıyla, Nişabur'dan sonra Bağdat, Küfe, Mekke, Medine,
Kudüs, Şam, Halep, Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde güzergahını takip
ederek Larende'ye (Karaman'a) ulaşır (1221).
Erzincan'da iken,
Sühreverdiyye'den Evhadüddin Kirmani (ö. 1237) ve Necmüddin Kübra'nın
halifelerinden Sadüddin Hamevi (ö. 1252) ile de görüşülür. Mevlana bu suretle,
babasının nezareti altında ve onun izini takip ederek hakiki ve fikri bir
seyahat alemi yaşamış, İslam medeniyetinin o zamanki en canlı fikir
merkezlerini gezerek şahsiyetini kazanmıştır.
Mevlana, Larende'de yedi
yıl kaldı. Hayatının kederli ve sevinçli ilk önemli olaylarını bu şehirde
yaşadı. 1225 yılında, babasının müridlerindenLala Şerefüddin Semerkandi'nin
kızıGevher Hatun ile evlendi. Kısa bir müddet sonra annesi vefat etti. Onun
vefatını, ağabeyi Alaeddin Muhammed'in vefatı izledi. Bir süre geçince de
kayınvalidesi vefat etti. Aileyikedere boğan bu üzücü olayların ardından
Mevlana'nın iki oğlu oldu. İlk oğluna (Sultan Veled) babasının, ikinci oğluna
da (Alaeddin Çelebi) ağabeyinin ismini verdi.
Aile, yedi yıl
kaldıkları Larende'den, Selçuklu hükümdarı Alaeddin Keykubad'ın (ö. 1236)
ısrarlı daveti üzerine Konya'ya göçtü. Konya'ya geleli iki yıl olmuştu ki
babası Sultanü'l-Ulema hayata gözlerini yumdu (1231).
2. Mevlana'nın Babasının Ölümünden, Şems-i Tebrizi ile
Konya'daki Karşılaşmasına Kadar Olan Hayatı (1231-1244)
Medresenin ve dergahın bütün yükü omuzlarına binen ve
babasının ölümüyle içinde büyük bir boşluk hisseden Mevlana'nın yardımına,
babasının önde gelen müridlerinden ve şeyhini ziyaret makadıyla Konya'ya gelen
Seyyid Burhaneddin Muhakkık-ı Tirmizi yetişti. Kübrevi tarikatına mensup olan
Seyyid Burhaneddin, babasından sonra Mevlana'ya mürşidlik yapan ve onun ilmi ve
tasavvufi yönden yetişmesinde önemli rol oynayan ilk kişidir.
Mevlana, mürşidinin isteği üzerine, ilim tahsil etmek üzere
önce Halep Haleviyye Medresesi'ne, sonra da Şam Makdemiyye Medresesi'ne gitti.
Oralarda altı yıl kadar (iki yıl Halep'te, dört yıl Şam'da), devrin ileri gelen
hocalarından ilim, bilhassa tefsir, hadis ve fıkıh tahsil etti.
Bu sıralarda Şam'da ikamet etmekte olan Muhyiddin
İbnu'l-Arabi (ö. 1240) ve Sadreddin Konevi (ö. 1274) ile de görüştü.
Mevlana'nın Halep ve Şam'dan Konya'ya dini ilimler ile mücehhez bir şekilde
dönüşünden kısa bir süre sonra Seyyid Burhaneddin vefat etti (1241).
Kendi döneminin önde gelen Hanefi alimleri arasında yer alan
Mevlana, babasından olduğu kadar Seyyid Burhaneddin'den de tamamıyla zahidane
telakkiler almış; ondan, Gazzali'den (ö. 1111) mülhem olan Ehl-i Sünnet
akidesine bağlı bir tasavvuf öğrenmişti.
Onun ölümünden sonra
Mevlana bir taraftan medresede tedris ile meşgul oluyor, diğer taraftan da
müridleri irşad etmeye çalışıyordu. İşte tam bu sıralarda Mevlana'nın hayatında
büyük değişiklik yapan bir hadise oldu. Konya'ya Şems-i Tebrizi (Şemseddin
Muhammed b. Ali et-Tebrizi) isimli bir şahıs geldi (1244). Ders ile meşgul olan
büyük bilgin, tam bir zahid ve temkin ehli bir sufi olan Mevlana'yı bu garip
zat kendinden geçirdi, aşk denizine attı ve coşkun bir Halk aşığı yapıverdi.
3. Mevlana'nın Şems'in Ölümüne (Tamamen Kaybolmasına) Kadar
Olan Hayatı (1244-1247)
Şems, alim olmakla beraber şiddetli ruhani bir cezbenin
tesiri altında bulunmaktaydı. Mevlana'yı dolu ve yanmaya hazırlanmış bir lamba
gibi telakki eden kimseler, Şems'in mevkiini de bir kibritin yaptığı işe
benzetirler. Asıl yanan ve nurlanan Mevlana idi. Onu uyandırmak ve ziya saçar
bir hale getirmek için kibrit lazımdı ki buu da Şems yaptı. Başka bir görüşle:
Şems Mevlana'yı ateşledi, fakat öyle bir infilak karşısında kaldı ki onun alevleri
içinde kendisi de yandı.
Şems ile
karşılaştıktan sonra Mevlana'nın hayatına tamamıyla o yön vermeye başladı. ki
Hak aşığı halvete çekiliyorlar ve Hakk'ı anlama birbirlerine ayna oluyorlardı.
Mevlana kendisini tamamen Şems'in sohbetine verdi, onda adeta kendisini
kaybetti.
Artık medreseye, dergaha çıkmaz oldu. Aslında Şems de
Mevlana ile talebelerinin ve müridlerinin buluşmaması için elinden gelen
gayreti sarf ediyordu. Ne var ki bu durum Mevlana'nın etrafındakilerin hiç de
hoşuna gitmedi. İnsanlar arasında Şems'e karşı haset, kin ve nefret başladı.
Belli bir zaman sonra dedikodular ve eleştiriler açıktan
açığa yapılmaya başlandı. Şems, işin çığırından çıktığını, herkesin kendisine
düşman olduğunu görünce, bir gün ansızın ortadan kayboluverdi (1246).
Şems'in ayrılışına
Mevlana çok üzüldü. Divaneler gibi gazeller söylüyor, yüreğindeki ayrılık
acısını dile getiriyordu. Etrafındakilerle ilgilenmesi bir yana, Şems
zamanındaki hali de kayboldu. Hatta Şems'in gidişine sebep olanlara kızgın ve
kırgındı. Onların yüzüne bile bakmıyordu.
Şems'in Şam'da
olduğunu öğrenince Mevlana, oğlu Sultan Veled'i, hediyelerle birlikte ona elçi
olarak gönderdi. Şems Konya'ya tekrar geldi (Mayıs 1247). Mevlana adeta bayram
etti. Kırgın olduğu kimseleri bağışladı.
Eski günlerdeki coşkun haline döndü. Fakat çok geçmeden,
aralarında oğlu Alaeddin Çelebi'nin de olduğu bir grup, Şems'e karşı eski
davranışlarını tekrar sergilemeye, onu ve Mevlana'yı üzmeye başladılar. Sonunda
Şems ortadan büsbütün kayboldu.; veya öldürüldü (Aralık 1247). Mevlana onu her
yerde aradı, hatta Şam'a bile gitti, ama nafile.
Ahmet Eflaki'nin
Menakıbu'l-Arifin'de kaybettiği bir rivayete bakılırsa; düşmanları Şems'i
öldürdükten sonra bir kuyuya attı. Sultan Veled onu rüyasında görerek buradan
çıkartıp teçhiz ve Tekfin ettikten sonra, yine Tebrizli mimar Emir Bedreddin'in
binası olan türbenin yanına defnettirdi.
Mevlana, ıstırabının şiddetinden, yalnız başına bahçede
dolaştı ve cenaze merasiminde bulunmadı. Adeta Şems'in öldüğüne inanmaktan
kaçındı. Mevlana, oğlu Alaeddin Çelebi'ye karşı bu yüzden şiddetli nefret
duydu. Alaeddin çok geçmeden şiddetli bir humma neticesinde vefat etti.
4. Mevlana'nın Şems'in Ölümünden Sonraki Hayatı (1247-1273)
Artık Mevlana gece gündüz sema ediyor, gazeller, şiirler
söylüyordu. Ağlayışı ve feryadı herkesi yürekten yaralıyordu. Şems'i gönül
dünyasında arıyordu. Nitekim onu orada buldu da... Bundan sonra kendini ilim
tedrisine ve irşada verdi. Bir yandan da gönlü bir dost arayışı içerisindeydi.
Mevlana'nın can
aynası olarak bulduğu diğer bir kişi Konyalı Selahaddin-i Zerkubi oldu.
(Kuyumcu, altın dövücü Selahaddin). Aslında Kuyumcu Selahaddin, Seyyid
Burhaneddin'in dervişi idi ve okuma yazması yoktu. Fakat Mevlana'nın coşkunluğu
onunla tatlı bir sükunete erdi, gönül dünyası onunla huzuru yakaladı.
Artık sema meclisleri zevk ve neşe ile kuruluyor, günler
birer düğün havasında geçiyordu. Mevlana bütün gönlüyle ona yöneldi. Onunla iki
bedende yaşayan bir can gibi yakınlaştılar. Onu, yerine halife ve şeyh ilan
etti. Müridlerin irşadını ona havale etti. On yıl kadar süren mutlu bir
dostluğun ardından, Selahaddin-i Zerkubi de Hakk'ın rahmetine kavuştu (1258).
Mevlana, daha sonra
"kendisine içindeki nur hazinelerini keşfettiren" Çelebi Hüsameddin
b. Muhammed b Hasan'ı (ö. 1284) dost, hemdem, yar ve halife seçti. Hüsameddin
Çelebi, mensupları Ahi şeyhliği yapmış bir sülaleden geliyordu. Bu ahbablık ve
sohbet on yıl kadar sürdü. Bu on yılın en güzel meyvesi ise Mesnevi oldu.
Gönülbaşı ve halifesinin ricası üzerine Mevlana Mesnevi beyitlerini söylemeye
başladı ve böylece muhteşem bir edebiyat ve tasavvuf klasiği olan Mesnevi telif
edildi.
Uzun ve yorucu bir
hayatın ardından ansızın ateşli bir hastalığın pençesine düşen Mevlana,
dostlarının bütün tedavi çabalarına rağmen hastalıktan kurtulamadı ve 5
Cemaziyelahir 672 (17 Aralık 1273)'de vefat ederek Sevgilisine kavuştu.
Cenaze alayında
Sadreddin Konevi ki Mevlana'nın vasiyetine rağmen, kendinden geçmesi sebebiyle
cenaze namazını kıldıramadı, Selçuklu veziri Muinüddin Pervane, bütün Selçuklu
emirleri, müderrisler, talebeler, her dinden ve mezhepten insan bulundu. Oğlu
Sultan Veled'in İbtidaname'sine kaydettiğine göre, sadece Müslümanlar değil
Hıristiyanlar ve Museviler de bu vefattan son derece üzüntü içindeydiler.
Mevlana'nın cenazesi
Konya'da, babasının ve Selahaddin-i Zerkubi'nin de defnedildiği yere
defnedildi. Sultan Veled zamanında sandukanın üzerine bir türbe yaptırıldı.
Mevlana'nın
sevenleri, onun bir gazalinde de belirttiği üzere, vefat gecesinin bir ayrılık
gecesi değil, bi visal gecesi olduğunu söylediler. Bunun için de o geceye Şeb-i
Arus (Düğün Gecesi) adını verdiler ve ayinlerle ihya ettiler.
İki oğlunun annesi
Gevher Hatun öldükten sonra Kira Hatun isminde dul bir kadınla evlenmiş olan Mevlana'nın,
bu hanımından da Emir Alim Çelebi isminde bir oğlu ve Melike Hatun isminde bir
kız çocuğu olmuş, fakat Emir Alim Çelebi pek genç yaşta iken vefat etmiştir.
Mevlana'nın vefatında ancak oğlu Sultan Veled ile kızı Melike Hatun sağdı.
Hz. Mevlana'nın yazılı eserleri şunlardır:
1. Mesnevi,
2. Divan-ı Kebir
3. Fihi Ma Fih
4. Mecalis-i Seb'a
5. Mektuplar.
Eserlerinin orijinal dili Farsça'dır.
Mevlana ve Mevlevilikle ilgili Türkçe en geniş neşriyat
Abdülbaki Gölpınarlı (ö. 1982) ve Şefik Can'a (ö. 2005) aittir.
Esasen Mevlana, Mevleviliğin şimdiki ayin ve kaidelerini
vaz' ve Mevleviliği bir tarikat halinde tesis etmemişti. O böyle kayıtlardan
tamamıyla uzak bir zattı. Sema etmesi dahi vecd ve hal neticesiydi. Manevi
terakkinin vasıtası ise aşk ve sohbetten ibaretti. Onun fikirlerinin
intişarında ve tarikatının sistemleşmesinde oğlu Sultan Veled'in (623-712 /
1226-1312) payı büyüktür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder