Bediüzzaman Said Nursi'nin Hayatı
“Biz insanları hakka ve adalete çağıran, rehberlik edip hakk ile hüküm veren bir
toplulu yaratmışızdır.” (A’raf, 7: 181)
“Dünya hiçbir zaman 40 Allah dostu veliden hali kalmaz.”
(Hadis)
1878’de Bitlis Vilayeti Hizan kazasına bağlı İsparit
Nahiyesi Nurs köyünde dünyaya geldi. Annesi “Nuriye”, babası da “Sofi
Mirza”’dır. Babası öküzlerin ağzını bağlayıp tarlaya gidip gelecek kadar
haramdan kaçan, annesi ise hamileliğinden itibaren abdestsiz yere basmayarak,
helal süt emdirerek büyüttüğünü hocası Seyyit Nur Mehmet’e anlatırlar.
Rüyasında Resulullahı (sav) görür. İlim ister. Peygamberimiz
(sav) de: “Ümmetimden kimseye sual sormamak şartıyla sana Kur’an ilmi
verilecektir” buyurur. Bediüzzaman Said Nursi bunun için kimseye sual sormaz.
“Benim hocaların ilminden şüphem yok, benim ilmimden şüphesi olan varsa sorsun
söyleyeyim” derdi.
***
Üç ay gibi kısa bir sürede medresede okutulan tüm kitapları
okuyarak icazet alır. Tillo’da Kubbe-i Hasiye’de Kamus’u Okyanus’u ezberler.
Cumhuriyetçiliğini karıncalara yemeğin tanelerini vererek gösterir. 16 yaşında
Mardin’de bütün ulemayı ilzam eder. Van Valisi Tahir Paşanın daveti ile Van’a
gelir. Tahir Paşanın konağında 10 sene kalır. Burada din ve fen ilimlerinde
ilerler. Astronomi, fizik, kimya, coğrafya ve matematiği hayli ilerler.
Matematikte bir eser bile yazar. Ama bu bir yangında yanar. Gazeteleri takip
eder ve 80 kitap ezberler.
İngiliz müstemlekat nazırının: “Bu Kur’an Müslümanların
elinde bulunduğu müddetçe biz onlara hakiki hâkim olmayız” sözü üzerine, Van
Valisi Tahir Paşaya: “Ben de bu Kur’an’ın sönmez ve söndürülmez olduğunu bütün
dünyaya ispat edeceğim” der.
***
“Medresetü’z-Zehra” adını verdiği bir üniversiteyi kurmak
amacı ile İstanbul’a Payitahta gelir ve şarkı hilafet-i İslamiyenin merkezi
olan İstanbul’a bağlamak ister. İstanbul’da 1,5 sene kalan Bediüzzaman,
düşüncelerini anlatır.
Tekrar şarka döner. 10 sene sonra İstanbul’a gelince
fikirlerini talip etmeğe başlar. İlim ve kültür merkezi gibi faaliyet gösteren
“Şekerci İşhanı”’na gelir. Bir oda tutar.
Gazetede makaleler
yazarak fikirlerini neşretmeğe başlar. Kaldığı odanın kapısına “Burada her
suale cevap verilir; her müşkül halledilir. Ancak sual sorulmaz” levhasını
asar. Her suale cevap verir, “Bediüzzaman” unvanını alır.
***
Sultan Abdülhamit’le görüşmek ister. Doğunun ihmal
edilmemesi gerektiği ve üniversite ile cehaletlerinin giderilmesi ve Osmanlıya
Orta Anadolu’yu böylece bağlayabileceğini beyandan sonra, uyguladığı baskı ve
istibdadını açıkça tenkit eder. Jurnalcilik ve hafiyeciliğin yanlış
kullanıldığını ifade eder.
Ve: “Hilafet namazı yalnız Cuma namazı merasimleri değildir.
Halifenin manevi gücü yanında maddi gücü de olacaktır. Bütün dünyadaki
Müslümanların işine kefil olmalıdır” mealinde konuşmalar yapar. Şeyhülislam
Cemalettin Efendi: “Ben bu güne kadar hünkâr huzurunda kanaatlerini bu kadar
cesurane ifade eden kimseyle karşılaşmadım” diyerek hayretini ifade eder.
Bu durum O’nu Yıldız Askeri Mahkemesine gitmesine sebep
olur. Fizana sürülmesi beklenirken, bu devrimde fikirlerini yayma ihtimali onu
“Topbaşı” akıl hastanesine sevki ile neticelendirilir. Biri Türk, dördü gayr-i
Müslim beş kişilik heyet: “Şayet Bediüzzaman deli ise, yeryüzünde hiç akıllı
yoktur!” raporunu verir. Asla fikirlerinden taviz vermez.
***
23 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyet ilan edilir. Bediüzzaman 29
Temmuz’da Selanik’te “Hürriyete Hitap” adlı bir konuşma yapar. Yahudi Selanik
Mebusu Emanuel Karasso Bediüzzaman’ı kötü emellerine alet etmek niyetiyle,
kendisine mani olacağını tahmin ettiğinden ziyaret eder. Sohbetin sonunu
beklemeden kendini dışarı atar. Sebebi sorulunca: “Bu adamla konuşulmaz. Az
kaldı beni Müslüman edecekti” der.
Bediüzzaman devletin en çok birlik ve beraberliğe muhtaç
olduğu zamanlarda ihtilafları bertaraf etmek için büyük gayret gösterir.
Şehzadebaşında, Ferah Tiyatrosundaki karışıklığı önler. Kavgayı yatıştırır.
10 Ekim 1908’de Avusturya mallarına karşı boykot ilan edilen
hamalların boykotunun hedefinden saptırılarak kötüye kullanabileceği endişesi
ile ticari hayatın bozulmaması için, hamalları boykottan vazgeçirir. 5 Nisan
1909’da kurulan İttihad-ı Muhammedi cemiyetinin Ayasofyada okuttuğu bir
mevlitte iki saatlik bir konuşma yapar. İslam’ın cemiyete bakışını anlatır.
Paşaların hayret ve takdirini kazanır. İttihad-ı Muhammedi cemiyetinin şahsi ve
dünyevi emellere alet edilmemesini ısrarla ister.
Cemiyeti siyasi amaca alet etmek isteyen dernek başkanı
durumundaki Derviş Vahdeti’yi kendi gazetesi Volkan’da tenkit eder. “Edipler
edepli olmalı. Hem de edeb-i İslamiye ile müteeddibe olmalıdır” der. Dini
siyasete alet etmemesi için uyarır. 13 Nisan 1909’da (31 Mart 1325) meşhur
hadise zuhur eder. Bediüzzaman yatıştırıcı bir rol oynar. Gerek makalelerde,
gerek nutuklarla önlemeğe çalışır.
Divan-ı Harb-i Örfi’de Hurşit Paşa’nın: “Sen de mi şeriat istedin? Şeriat isteyenler
böyle asılır” diyince: “Şeriatın bir hakikatine bin ruhum olsa feda etmeye
hazırım. Zira şeriat Sebep-i saadet, adalet-i mahz ve fazilettir. Fakat
ihtilalcilerin isteyişi gibi değil” diyerek meşhur müdafaasını yapar ve beraat
eder. Halkı arkasın alıp Beyazıt’tan Sultanahmet’e gidene kadar minnet
etmeyerek, “Zalimler için yaşasın Cehennem” diyerek ilerler.
***
1910’da Van’a gitmek üzere İstanbul’dan ayrılır. Vapurla
İnebolu ve Batum’a geçer, Tiflis’te Rus polisi ile konuşur. Doğunun bütün ilim
merkezlerini gezer. Aşiretlere Meşrutiyeti anlatır. Nasıl olması gerektiğini
izah eder. İslami mevzularda aydınlatıp, günün hadiselerine bakış ölçüsü verir.
“Münazarat” ve “Mukakemat” eserlerini böylece yazar. Arapça’ya çevirip
“Reçetetü’l-Avam”, “Reçetetü’l-Havas” ismi ile neşreder.
Daha sonra Şam’a gelen Bediüzzaman, ulemanın ısrarı ile
Cami-i Emeviye’de hutbe okuması istenir. 100 alim, 10.000 kişi huzurunda
“Hutbe-i Şamiye”sini okur, hemen iki-üç baskı yapılarak dağıtılır. Bu
hutbesinde Bediüzzaman asrın ve alem-i İslamın hastalıklarını ve tedavilerini
gösterir.
Şam’dan Beyrut’a, oradan da deniz yolu ile İstanbul’a gelen
Bediüzzaman tekrar “Medresetü’z-Zehra”’nın kurulma çalışmalarını başlatır.
1911’ın Haziranında Sultan Reşat ile Rumeli’ye seyahat eder, Selanik, Ürküp ve
Kosova’ya uğrar. Kosova’da kurulması düşünülen üniversitenin benzerinin Şark’ta
da kurulması gerektiğini izah eder. Söz alır. Van gölü çevresinde Edremit’te
üniversitesinin temelini attırır. Ne yazık ki patlak veren Balkan Savaşı, din
ve fen ilminin beraber okutulduğu bu ilim merkezini tamamlanmasına imkân
vermez.
Ülkenin maruz kaldığı harici tehlikeyi bertaraf etmek için
kurulmuş olan “Teşkilat-ı Mahsusa”’ya giren Bediüzzaman, bu teşkilatın en
müessir üyesi Eşref Ş. KUŞCUBAŞI ile birlikte Cihat Beyannamesi dağıtmak üzere
Libya’ya gider. Alman denizaltısı ile. Bölgenin en itibarlı insanı, Şeyh Salih
Şerif’le buluşup Şeyh Sünüsi’ye giderler. İslam ülkesinin birliği temine
çalışır.
Tekrar Van’a döner. Talebelerinden teşkil ettiği Milis
kuvveti ile Gönüllü Alay komutanı olarak vatanı müdafaa için Kafkas Cephesini
savunur. Bu arada “İşaratü’l-İcaz” tefsirini Molla Habib’e söyleyerek yazdırır.
Nihayet Ruslara esir düşer ve Sibirya’ya esir kampına götürülür.
Burada Çar’ın dayısı, Kafkas Cephesi baş komutanı Nikola
Nikolaviç’e ayağa kalkmadığını yine Rusya’da Bakü’nün Nargin adasında bulunan
“Abdürrahim ZAPSU” anlatıyor. 2,5 sene Sibirya’da esir hayatı yaşayan
Bediüzzaman 1917 Komünist ihtilalinin karışıklığından istifade ile 1918
baharında Kosturma’dan kaçar, Leningrad’a oradan Almanya’ya gelir. Berlin’de
Adlon otelinde iki ay kalarak Teşkilat-ı Mahsusa ileri gelenleri ile görüşür.
Haziran ayında yola çıkan Bediüzzaman Varşova, Viyana ve Sofya’ya gelir. Bir
ara İsviçre’ye gider. Trenle İstanbul’a gelir. Büyük sevgi gösterileri ile
karşılanır.
Harbiye Nazırlığınca, milli ve vatani hizmetlerden dolayı
şeref madalyası verilir. Ayrıca Orduy-u Hümuyun’un temsilcisi olarak
“Darü’l-Hikmetü’l-İslamiye”’ye aza seçilir. Şeyhülislamın resmi yazısı ile
Sultan Vahdettin Bediüzzamana “Mahreç” denilen yüksek ilmi payeyi verir. Bu
rütbe “Darü’l-Hikmetü’l-İslamiye”nin resmi gazetesi olan “Ceride-i İlmiye”’de
neşredilerek ilan edilir.
5 Mart 1920’de “Hilal-i Ahmer (Yeşilay)” cemiyetinin
korucuları arasında bu cemiyeti kurar. 16 Mart 1920’de “Kürt Teali Cemiyeti”
kurucuları Bediüzzaman’ın nüfusundan istifade etmek isterler. Bediüzzaman
“Osmanlı’yı yeniden ihya etmek lazım, bölmek değil. “Hem ‘Allah’ın sevdiği
kavim’ ayetine Türk milleti mazhar
olmuştur” diye reddeder.
İngilizlere karşı “Hutuvat-ı Sitteyi” neşreder. İşgalcilere
karşı mücadele eder. “Müderrisler Cemiyeti”ne üye olur. “Milli mücadele için
çalışanlar asi ve bağidirler” şeklindeki fetvaya karşı çıkar. Mukabil fetva
verir. İstanbul’da “Tuluat”, “İşarat”, “Sunuat” gibi eserlerini neşreder.
Müstevliler tepelenip, düşman vatan sathından atıldıktan
sonra gösterdiği milli hizmetlerden dolayı 1922’de Ankara’ya davet edilir.
İstasyonda merasimlerle karşılanır.. 9 Kasımda 1922 Millet Meclisine davet
edilerek, karşılama merasimi, (Hoşamedi) için meclis gündem dışı toplanır,
kürsüye davet edilerek Meclis-i Mebusana karşı konuşması istenilir ve dua
ettirilir. Konuşmasında Bediüzzaman Zaferin Din kuvveti ile kazanıldığını ve
dine karşı laubali kalınmamasını ister. Müteakip günlerde 10 maddelik beyanname
neşreder,
Kazım Karabekir’in meclis kürsüsünde okuduğu bu beyanname
yüzünden M. Kemal ile arası açılır. Şiddetli münakaşalar olur. Neticede Ahir
zamanda gelecek dehşetli şahıslara ait hadiselerin bir tezahürünü görür.
“Siyasetle onlara karşı mukabele edilemeyeceği” gerçeği ve “İmana hizmet”,
“İmanı kurtarma” davası için Van’a döner.
Ankara’da ancak 8 ay kalan Bediüzzaman Arapça “Tabiat Risalelerini”
yayınlama istidadı gösteren dinsiz fikirlere karşı neşreder.
***
Van’da, Nurşin Camisinde tam iki sene inzivaya çekilir.
Rabbinden günün şartlarına uygun hizmet istikameti ilham etmesini niyaz eder.
Yazları Erek Dağı’ndaki mağaraya, kışın Nurşin Camisine çekilir. Rabbani
ilhmlara mazhariyete liyakat kesbeder.
Bediüzzaman burada gece gündüz, devamlı Allah’a dua ve
iltica etti. Tamamen Rabbü’l-Alemine teveccüh etti. Bütün âlemden çekildi. Bu
zaman zarfında Şark’ta isyan hareketleri başladı. Hamidiye Paşalarından Kör
Hüseyin Paşa, Mustafa Kemal’e karşı isyan etmek için destek istedi ve Şeriatı
getirmek için cihad izni istedi.
Bediüzzaman: “Dahilde cihad manevidir. Müslüman’ın
Müslüman’la savaşı cihad olmayacağını, masumların da zarar göreceğini, bunun
zulüm olduğunu ve böyle şeriat istenmeyeceğini ve şeriatın anahtarının
kendisinde olduğunu ifade etti.”
Şeyh Said de Bediüzzaman’a bir mektup yazarak kendisini
desteklemesini ister. Buna karşı da Bediüzzaman: “Türk milletinin asırlardan
beri İslam’a hizmet ettiğini, çok veliler yetiştirip, çok şehitler verdiğini
belirterek, böyle bir milletin torunlarına kılıç çekilemeyeceğini;
Müslümanların Müslüman’la savaşmasının şeran/dinen caiz olmadığını, çarenin
“İman ve Kur’an hakikatleri ile tenvir ve irşat etmek ve cehli izale etmek
olduğunu ifade eder. Teşebbüsünüzden vazgeçiniz” der.
1925’de Van’da Cuma namazını kılmaya gelir. Ayaklanma
liderlerinden bazıları Bediüzzaman’a fikirlerini kabul ettirmek için
konuşurlar. Üstad onları dinler ve: “Maksadınızı biliyorum. Sizin bu ayaklanma
karakteriniz olsa olsa bir ecnebi oyununa alet olmaktır. Şeriat isterim diye
şeriatı alet edip, şeriata muhalefet edilmez. Böyle menfi fikirlerden
vazgeçiniz. Bu milleti Türkler idare etmiştir, bundan böyle yine onlar idare
edecektir. İdareye ehil ve layık olan onlardır. Eğer fenaları varsa gidip onu
ikaz etmelidir” der.
Yine inzivayahına çekilir. Ve “Allahım! Bize Hakkı Hak
olarak göster ona uymamızı sağla, batılı batıl olarak göster ondan sakınmamızı
sağla” duasına devam eder. Şeyh Said isyanından sonra 1925 Şubatında
Erzurum’dan Trabzon’a, oradan da vapurla İstanbul’a getirilir. Yolda kendisini
göndermemek ve Şam’a Mekke-Medine’ye götürmek isteyenlere: “Ben Mekke’de olsam,
buraya gelmem gerekirdi.
Sakın yanlış bir harekette bulunmayın, ben kendi isteğimle
gidiyorum; asayişi bozmayın” der. İstanbul’da gemi ile Antalya’ya, oradan da
Burdur’a getirilerek “Delibaba” Camiine konur. Bütün bu hadiselere hiçbir tepki
göstermez. Tam bir tevekkül ile hareket eder.
***
Bediüzzaman İstanbul’dan vapurla İzmir’e oradan da Burdur’a
nefyedilir. Burdur’da yedi ay kalır. Kalp ve gönlüne yağan bu ilhamlarla ilk
defa Risale-i Nur Külliyatı’ndan “Nurun İlk Kapısını” kaleme alır. Kendi
nefsine hitap ederek yazdığı bu kitap için şöyle der: “Doğrudan doğruya
Kur’an-ı Mucizu’l-beyanın ayetlerinden alınan aynel-yakîn bir surette Yeni
Said’e derslerdir.”
Nihayet Burdur’dan Isparta’ya nakledilen Bediüzzaman yirmi
gün sonra Barla nahiyesine götürülüp karakola teslim edilir. Bir gece karakolda
kalan üstad ertesi gün önünde çınar ağacı, altında çeşme olan ve yanında
mescidi bulunan iki odalı sakince bir eve yerleştirilir. Burada 8,5 sene
Medrese-i Yusufi’ye hayatı yaşar. Bu 8,5 sene zarfında kalp ve gönlüne yağan
ilhamlarla R.Nur’un ¾ ‘ünü telif edilir. “Sözler”, “Mektubat” ve “Lemalar”
yazılır.
İlk olarak “Haşir Risalesi” yazılır. Ahiretin varlığı ve
vukuu, öldükten sonra dirilmenin kuştan sonra baharın geleceği gibi ispat
edilir. Telifinden hemen sonra bir talebesi gizlice İstanbul’da bin adet basar
ve Üstada götürür. Bunu talebelerine dağıtan Üstad, elle yazdırarak bütün
ülkeye dağıtır. İmansızlık cereyanın önüne geçer ve ehl-i dalaleti başına bomba
gibi patlatır.
1927’de Kur’an’a hücum edilir. Bediüzzaman “İcaz-ı Kur’an
Risalesi” olan 25. sözü telif eder. Kur’an’ı Kerimin Mucizeliğini ispat eder.
Hangi meseleye itiraz edilse, aynı meselede ehl-i fen ve felsefenin, ehl-i
dalaletin cehaletini ve Kur’an’ın icazını gösteren eserler telif eder.
Kur’an’ı Kerim’in adı NUR’dur. “Risale-i Nur” ise, Kur’an-ı
Kerim’in nurundan bu asrımıza hitabı olduğu için “SÖZLER”, o nurun pırıltısı
olduğundan da “LEMALAR” O nurdan bir şua olduğundan “şualar” ismini alır. Hepsi
birden Kur’an-ı Kerim’in asrımıza aydınlatan bir nuru olduğundan “RİSALE-İ NUR”
ismini verir.
Ayrıca Bediüzzaman Esma-i Hüsnadan “NUR” ismine mazhardır ve
onun hakkında NUR ismi İsm-i Azam’dır. Bundan dolayıdır ki, köyü NURS, annesi
NURİYE, üstadı Seyid NUR, Kur’an-ı Kerim’in NUR ayeti de Risale-i Nur’un en
güzel tefsir edildiği ayet olduğu için bu eserlere RİSALE-İ NUR KÜLLİYATI
denir.
Bediüzzaman’ın doğum yeri “NURS” olduğu için eskiden beri
büyük alimlerin doğduğu yere izafeten isim verildiğine binaen “Said Nursi”
ismini almış olduğundan “Risale-i Nur”ları okuyan “Nur Talebelerine de
mahkemede savcı tarafından NURCU denilmiştir.
1932 Ezan-ı Muhammedi değiştirilir. Bediüzzaman kendi tamir
ettirdiği mescidde “Allahü Ekber” diyerek okutur. Kanunsuz bir şekilde, önceden
bekçi ve asker yerleştirerek camide suçüstü yakalarlar. Eğirdir’e götürdüler.
Sorgu sualden sonra serbest bırakılır.
1934’de Isparta’da ikamete mecbur edilir. Bir sene sonra
Ankara’dan takviye birlikleri getirilerek 1935’de 120 talebesi ile beraber
Eskişehir’e nakledilir. 11 ay Eskişehir’de bekletilen Bediüzzaman tahliye
edilir, fakat Kastamonu’ya sürgün edilir. Eskişehir’de pek çok işkenceye maruz
kalır, zehirlenir, soğukta donması istenir, idam edilmesi için mahkemeye
çıkarılır.
Bir risalenin üzerinde “Ramazan’a ait” dendiği için, pek çok
Ramazan’lar hapse atılır. Sonra anlaşılır ki, eser Ramazan Ayından bahseder.
Eskişehir hapishanesinde “ŞUALAR” isimli eserini telif eder. Kibrit kutularında
hapishaneden çıkartılarak, çoğaltılır. Baskılar arttıkça “İlahi İlhamlar” da
artar.
***
18 Eylül 1943’te Kastamonu’daki evinden aranır, eşya ve
kitapları müsadere edilir. 20 Eylül’de Ankara’ya götürülür. Ankara valisi
Nevzat Tandoğan, üstada eziyet eder. Sarığına müdahale etmek ister. Bediüzzaman
sert bir şekilde: “Bu sarık bu başla birlikte çıkar” der.
Ankara’dan tekrar Isparta’ya götürülen Bediüzzaman oradan
Denizli’ye götürülüp, tevkif edilir. Burada dokuz ay kalır ve “Meyve
Risale”sini telif eder. Mahkeme müdafaası mahkemeye verir. 15 Haziran 1944’de
126 talebesi ile beraat eder. Dokuz aylık mevkufiyetten sonra tahliye edilir.
Denizli’de 1,5 ay kalır. Yeni bir zulüm emri gelir.
Emirdağ’a sürgün edilir. Vatandaşlık hakkı elinden alınır.
Sivil polisler daima göz altına alırlar. Rahatsız edilir. 1947 Aralık’ta
Afyon’dan gönderilen üç sivil polisleri ilk günden çağırarak şöyle der: “Biz
manevi asayiş memurlarıyız. Siz de maddi asayiş memurlarısınız. Bizim
eserlerimizi okuyanlardan kimseye zarar gelmez. Çünkü onların kalp ve
gönüllerinde imanları birer asayiş bekçisi dikilmiştir.”
Buna rağmen sivil polisler Nur talebelerini tesbit ederler.
Isparta, Denizli, Afyon, Aydın, Kastamonu ve İnebolu’dan topladıkları Nur
talebelerini Afyon’da birleştirerek müşterek bir suç isnadında bulunurlar.
• Siyasi cemiyet kurmak.
• Rejime aykırı fikirler neşretmek
• Siyasi amaç, dini siyasete alet etmek.
75 yaşındaki Bediüzzaman burada da sabır ve sebat ile
te’lifata devam eder. “15. Şua” ile “El-Hüccetüz’zehra”yı telif eder. Hiçbir
suç bulamadıkları halde Mahkûm edilme cihetine girdiler. Temyiz bu mahkûmiyeti
bozar. Beraat eder. Öyle olduğu halde 20 aylık ceza haksız yere çektirilir.
Tahliye işini, karşılama olmasın, kimse duymasın diye gece saat 24:00’de
yapılır.
***
Emirdağ’a dönen Bediüzzaman 14 Mayıs 1950’de Demokrat
Parti’ye oyunu verir. Talebelerine destekletir. Neticede Cumhurbaşkanı Celal
Bayar’a tebrik telgrafı çeker. Sebebini de talebesi Zübeyir Gündüzalp’e
anlatır: “Halkçılar Demokratlara der ki: ‘Said ne sizden, ne bizdendir. O ayrı
bir maksat peşindedir’ diye onları kandırırlar. Devlet kuvvetini dindarların ve
Nur talebelerinin aleyhinde kullanırlar. Tebrik telgrafını alan Demokratlar
onlara ‘Said bize dosttur’ derler. Devlet kuvvetini dindarlar aleyhinde
kullanmazlar.”
Talebesi “Bayram Yüksel”i, Kore’ye “Kardeşim, Allah’a imanı
inkar edenlere karşı çıkmak için gitmek lazım” diye gönderir. Demokrat
Parti’nin iktidara gelmesi ile zulüm ve baskıları kısmen azalan Bediüzzaman 22
Şubat 1951’de Risale-i Nur Külliyatından bir takımını Vatikan’a gönderir.
Teşekkür mektubu alır.
22 Ocak 1952’de İstanbul’a gelerek Sirkeci’de Akşehir Palas
Otelinde kalırlar. “Gençlik Rehberi” isimli eserinden dolayı İstanbul Ağır Ceza
Mahkemesinde müdafaada bulunurlar. 19 Şubat’ta I. Celse, 5 Mart’ta II. Celse
yapılır. Beraat eder.
***
Nisan 1952’de tekrar Emirdağ’a döner. Eserlerini tahsis
eder. Samsun’da çıkan “Büyük Cihad” gazetesinde çıkan bir yazısından dolayı
Bediüzzaman’ın en yakın talebesi Mustafa Sungur tevkif edilir. Ve Bediüzzaman
aleyhine dava açılır. Samsun’a gitmek için İstanbul’a gelir. Doktor Raporu ile
Samsun’a gidemez.
İstanbul’un 500. yıldönümü kutlamalarına katılır. Patrik
Athenagoras’la görüşür. Ona İslam’ı tebliğ eder. Tarihi bir konuşma yapar.
Çarşamba’da talebesi M. Fırıncı’nın evinde üç ay kalan üstad “Nur Aleminin Bir
Anahtarı” isimli eserini telif eder. 1953’ün yazında Eskişehir’e, Emirdağ’a gider.
Barla’ya geçer. Eski bir evde ikamet eder. Müslümanların ve Alem-i İslam’ın
durumu ile ilgilenir.
25 Şubat 1955’te tahalluk ettirilen CENTO ittifakı üzerine
Başvekil Aslan Menderese tebrik telgrafı çeker. Müslüman Devletlerle ile
yapılan bu ittifakın önemini ifade eder.
23 Mayıs 1956’da Afyon Mahkemesi eserlerinin tümünü iade eder. 11 Eylül
1956’da Din ve Vicdan hürriyetine saygılı Demokratlar sayesinde, müsaadesi ile
R. Nurlar, Ankara, İstanbul, Antalya ve Samsun’da matbaalarda basılmaya
başlanır.
12 Nisan 1957’de Isparta’da yapılması düşünülen Tugay
Camii’nin temelini atmaya davet edilir. Davete icabet eder ve temele ilk harcı
koyar. 1957 seçimlerinde Demokrat Parti’yi talebeleri ile açıktan destekler.
Oyunu kullanır. Menderes’i Emirdağ’da gelişinde karşılamaya çıkar. Gecikince
evine döner, pencereden selamlar. Bu hadise gazetede “Bediüzzaman, Menderes’i
yeşil bayrakla karşıladı” diye geçer. İrtica yaygaraları ayyuka çıkar.
Bu sırada Ankara’ya gelen Bediüzzaman’ı Ankaralılar
Kırıkkale’den karşılar. Büyük bir merasimle Ankara’ya getirirler. Beş DP
milletvekili Bediüzzaman’ı ziyaret ederler.
1958’de bütün eserleri matbaada basılır. Sol basın bu
seyahatları dillerine dolar. İftira ve isnatlara başlarlar. 31 Aralık 1959’da
İstanbul’a gelen Bediüzzaman Sultan Ahmed Camii yanındaki Piyer Loti oteline
iner. Ankara’da verdiği dersleri burada da devam ettirir. İçtimai-siyasi ders
verir.
Demokratların desteklenmesini ister. CHP iktidara gelirse
komünist kuvvetinin vatana hakim olacağını söyler. Saf İslami hizmetin parti
yolu ile olmayacağını ifade ederek DP’yi bölebilecek Millet Partisi, İttihad-ı
İslam Partisi gibi partilere bölünerek, milletin gücünün zayıflatılmamasını
ister. DP bölününce MP veya İİP’ nin iktidar olamayacağını CHP’nin ise
bölünmeden bilistifade iktidarı ele geçireceğini, binaenaleyh DP’yi “Ehven-i
Şer” diyerek iktidar yerinde muhafaza etmek gerektiğini bildirir.
DP’lilere de Ayasofya’yı açmalarını, R. Nurları resmi olarak
neşretmelerini ve dine sahip çıkmalarını ister ve ikaz eder. Yoksa Halkçıların
ırkçıları elde edip kendilerini ezeceğini ihtar eder. Millet Partisi’nin
İslam’a hizmette samimi ise DP’ye yardım etmesi gerektiğini ifade eder.
3 Ocak 1960’da İstanbul’dan ayrılır. Ankara’ya gider. Oradan
Isparta Bey Mahallesindeki evinde istirahata çekilir. 20 Mart 1960 Pazar günü
Isparta’dan ayrılarak gizlice Konya’ya gelir. Oradan Adana ve G. Antep
üzerinden Urfa’ya geçer. 21 Mart Pazartesi günü 11:00’da İpek Palas oteline
iner.
23 Mart 1960 şafak vakti, Çarşamba günü fani dünyadan Dar-ı
Bekaya, Rahmet-i Rahmana ve Dar-ı Cinana uruc eyler. Perşembe günü, Cuma namazına bekletmeden
kalabalık olur, hadise çıkar düşüncesi ile Halilurrahman’daki muvakkat
makberine defnedilir.
Bediüzzaman teçhiz ve tekfin için rüyada Alim Abdu’l-Halim
efendiye görünür ve teçhizini emreder. İtikafta olduğunu söyleyince de
“Mültekada cevabı var” der. Böylece cenazesi yıkanır. Böylece 82 yaşında
hizmetini bitirip, dar-ı bekaya göç eder.
Üç buçuk ay gibi kısa bir zaman sonra 27 Mayıs 1960’da
ihtilal olur. Vefatından 110 gün sonra 11 Temmuz 1960’da mezarı açılır,
kardeşinin Abdülmecid’in refakatinde uçak Afyon’a iner. Isparta istikametine
meçhule götürülür. Defnedilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder